HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



İkbal Coşkun

UYANIŞ

“Batının soluğu bize gelmeden önce…” Ne kıymetli bir cümle! Batılılaşma, modernleşme, aydınlanma gibi sözcükler kullanmadan; kimseyi sorumlu tutmadan ve hedef göstermeden duru, yalın. Âdem ve Havva’nın şeytanla, bizim ise Batı ile tanışmamızla başlayan ve bugüne uzanan bir köprü. Yoksa kuyu mu demeliyim?

Hayat çalkantılıdır. Hayat iniş ve çıkışlardan; Sezai Karakoç’un da deyimi ile “Düşüşler”den meydana gelir. Ne meraklı değil mi insanoğlu; söylenmeye, isyan etmeye, mücadele etmekten vazgeçmeye. Oysa kimliğimizi nasıl bulacağız mücadele etmeden, düşmeden? Nasıl aramak suretiyle her seferinde yeniden ayağa kalkmanın zaferini yaşayacağız? Bir söz vardır: “Eğer en dipteysen kendini şanslı say çünkü düşecek daha fazla yerin kalmamıştır.” İşte bu kadar basit aslında hayat. Düşmekten korkmadıkça aldığın her yarayı taşırsın boynunda bir altın madalya gibi.

Mümkün müydü Âdem ve Havva’dan, şeytandan, yılandan ve hatta topraktan anlatmak 14 milyar yaşındaki evreni. Mümkün tabii. Hani derler ya burnumuzun ucunu görmüyoruz. Gerçekten öyle! Bazen görmek için bakmak yetmezken bazen bir bakış yahut bir söz dünyaları açıklamaya yetiyor.

Kader. Bir solukta deyiverdik işte. Halbuki ne çok şey sığdırmış içine. Yaşam aşılamaz bir düzende ve durdurulamaz bir hızda akıp giderken; olmuş, olmakta ve olacak olanlara verdiğimiz isim. Peki ya tesadüf. Tesadüf bizim insan olmanın zayıflığı ile anlamlandıramadıklarımıza giydirdiğimiz bir kalıptı sadece. Oysaki tesadüf yoktu. Her şey en başından beri belirlenen kusursuz düzenin bir yansımasıydı ve öyle kalacaktı.

Düşmeden önce itilmek gerek, değil mi? Buğday Adem'i iten eldi. Önce masum sonra suçlu. Yaradılışın sırrını keşfettiğimizde ise yeniden masum ve hatta kurtarıcı. Düşmeden önce itilmek gerek, değil mi? Sizi itene teşekkür eder misiniz? Edin. Çünkü size dibi öğretir. Peki bir daha itilmeye müsaade eder misiniz? Etmeyin. Çünkü dip tekrar edilmeden öğrenilmesi gereken yerdir.

Bu kitabı okuyana kadar varmak kelimesi bana mutluluğu çağrıştırmamıştı hiç. Ne garip! Varmak ve mutluluk… Yoksa kavuşmak mı desem? Yahut hafiflemek ve insani tüm zayıflıklardan arınmak. Ne dersem diyeyim biliyorum ki varış bir son değil yeni bir başlangıçtı. Toprak önce Adem’i meydana getirdi sonra O’nun nefsini sınayan meyveyi. Âdem dünya ile sınavını verirken sessizce ona yeniden varmasını bekledi. Tıpkı şu an her birimizin varmasını beklediği gibi.
Bir şeyi yitirmeden bulmanın hazzını ve sevincini yaşayamazsınız. Bulmak için verilen emek, çaba ve zaman onun kıymetini fark etme noktasında çok değerlidir. Kıymeti fark edilen şeyi tekrardan yitirmemek için verilen çaba ise çok daha değerlidir.

Adem’in cennetten düşüşü Adem’in sınavıydı. Tufan ise bütün insanlığın sınavı. Âdem gördüğü tek alem olan cenneti kaybedip dünya ile cezalandırılırken insanlık gördüğü tek alem olan dünyayı kaybedip ölümle cezalandırıldı. Bu cezadan başından beri masum olanlar kurtuldu ise bebekler ve çocukların günahı neydi?

Allah insanların daima bir yol gösterici, bir peygambere ihtiyacı olacağını biliyordu. Şeytan insanları yoldan çıkarmayı iyi biliyordu. Ne cenneti yitirmek ne tufan ne zindan. İnsanın en büyük sınavı kendi nefsi idi. İnsan asırlarca bu sınavda başarılı olamadı. Peygamberler geldi doğru yolu gösterdi ve gittiler. Ama sanki bir kısır döngüydü yaşanan her şey. Terbiye olan nefis unutuyordu. Yeniden ve yeniden hata yapıyordu. Doğru ile yanlışın, gerçek ile yalanın, güzel ile çirkinin savaşı devam ediyordu.

Kimileri yitirdi çoktan cenneti kimileri ise savaşıyor yeniden layık olabilmek için. Peki ya cennet aslında en başından beri bu dünyadaysa? Yine biz bakıyorsak ama göremiyorsak? İyi doğru, gerçek, güzel ve erdemli olmaktaysa cennet? Kim bilir. Belki de farklı bir alemde sandığımız cennet için savaşırken bu dünyadaki cenneti kaçırıyoruzdur.

Sayfayı Paylaş :