Sabo Kosimova
Günlerin Getirdiği ve Sözden Söze
İlk dönem son kitap değerlendirme toplantımızın türü
"deneme”ydi. Seçtiğimiz kitap ise adını edebiyat
derslerinde sıkça duyduğumuz ancak bir çoğumuzun hep okumayı ertelediği
Nurullah Ataç'ın Günlerin Getirdiği adlı kitabı oldu. Deneme türünün özelliğinden dolayı daldan
dala konduğumuz değerlendirmelerimizden sevgili arkadaşımız Sabo Kosimova'nın yazısını sizlerle paylaşıyoruz. Umarız bu yazı sizi de teşvik eder ve eğer
siz de ertelemişseniz kitabı bir an önce okumanıza vesile olur.
Nurullah
Ataç’ın iki eserini birleştiren YKY yayınlarına yaptığı bu
inceliklerinden dolayı hem teşekkür ediyor ancak bunun yanı sıra 13.baskısı
olmasına rağmen birçok yerde yazım hatalarını göz ardı ettiği için teessüf
ediyorum…
Değerlendirme
yazıma kitabın iskeletine değinerek başlayacağım:
269
sayfalık deneme tarzındaki bu kitap aslında iki yapıtın birleşimidir. Birinci
bölümü ‘’Günlerin Getirdiği’’adlı eseri (-1946) burada toplam 31 tane deneme
bulunuyor.
İkinci
bölüm ise ‘’Sözden Söze’’-1952 adlı eseri ve 24 denemeden oluşuyor.
Kitabı
başlıklara göre seçerek biraz savurgan okudum.. Zaten kitabın en güzel
yanı da bu; o anki hislerinize göre uygun başlığı ve
yazarın bu konudaki düşüncelerini okuyabiliyorsunuz.
Girişi
Mallarme’nin “Au
simple le jour très vrai du sentiment’’ cümlesi ile başlar, -demek ki yazarımız
Mallarme okuyor ve seviyor- hemen onun için ayrılmış bölüme atlayıverdim sayfa
197 ve denemeyi okuduktan sonra neden çevirisini yazmadığını hissederek anladım. “Kendi dilime çevirmeye, şairin ne dediğini ne üzerine konuştuğunu anlamaya ihtiyacım yok,
bunun güzel olduğunu biliyorum. Bir şeyin manası remzi değil bu, bir şeyi bir
hali söyleyen söz değil bu zaten başlı başına bir şey, bir nesne.” Gerçekten de öyle, şiirler çok değişik varlıklar onları
çevirmeye kalkarsanız yeni bir dilde anlamsızlaşabilir ve siz eski etkiyi, duyguyu hissettirmek için şiirde mevcut olmayan çevirdiğiniz dilin
kelimelerini ekleyeceksiniz şiiri başkalaştırabilirsiniz.
Öyle
dediğime bakmayın Hugo’dan çeviriler okumaya bayılırım. Yine de orjinalin
yerini tutmaz o ayrı. Bu yüzdendir ki bir dili bilmeyince çeviri bizim için
büyük bir nimet. Nurullah Ataç ta böyle düşünüyor. Denemeci- eleştirmen
olduğu kadar da çevirmendir o.
Hala "Au simple le jour très vrai du sentiment"in ne olduğunu merak ediyor sak ‘’Şu günlerin, duygusal basit bir gerçeği…‘’ anlamına gelir. Girişe böyle başlamak çok isabetli ;çünkü yazıları güncelliğini koruyan temalar şeklinde. Bu yüzden daima “şu günlerin’’ diye nitelendirebiliriz.
Duygusal basit bir gerçeği konusu biraz tartışılır. Çünkü gerçeklikten ziyade öznellik hatta çok uçarı bir öznellik var. Ama buna rağmen yazarın “samimiyet’’ni duygusal bir gerçeklik olarak nitelendirebiliriz.
Ataç’ın duygusal gerçekliği… diye belirtmekte fayda var . Kitabı okurken” işte bu ! Ne kadar da kafa dengim” diyorsunuz sonra bir anda düşüncelerinize çok ters gelen bir şey söyleyiveriyor. Tabi ki söyleyebilir ama karşı görüşü bu kadar yererek değil sürekli “saçma’’ terimini kullanması demek istediğim bu samimi açık sözlülüğü biraz da patavatsızlığa, umarsızlığa kaydırıyor.
Mesela Tevfik Fikret hakkında yazdıklarını okuduğumda (29.cu sayfa) mantıklı cümlelerin yanında sırf eleştirmek için eleştirmiş dediğim yerler var. Onun eleştirmenliğine eleştiri getirirken diğer yandan “Ahmet Haşim’’ “Haşimi Yermişim’’ başlıklı denemesini okuyunca ne muazzam bir eleştirmen demekten kendimi alamadım.
Yahya Kemalin de yeri ayrıdır Ataç’ta “gelecek yüzyılın insanlarını kıskanıyorum: içlerinde şiiri sevenler Yahya Kemal’in eserlerini tam olarak okuyacak, güzellik ve değerini bizden daha iyi anlayacaklar, hayranlıkları bizimkinden çok daha büyük hemde daha berrak olacak..Biraz da acıyorum onlara: şair Yahya Kemali bilecekler, insan Yahya Kemali tanımayacaklar…’’
Yazarın; Abdülbaki Gölpınarlı, Suut Kemal Yetkin ,Ziya Gökalp ,Orhan Veli ,Fuzuli ve Baki gibi isimler hakkında da düşüncelerini hislerini bulabiliriz kitapta.
Kendisi ile çeliştiği düşündüğüm , eleştirdiğim bazı konular da var .Özellikle ‘’Aşırıyım Ben’’ başlıklı makalesinde(sf 230) aşırı olmayanlar için söylediği ‘’kullandığı sözleri birbirine uymasına özenmeyen düşüncelerinin de birbirine uymasına aldırmıyor,türlü görüşleri birbirine karıştıryorlar’’ ve onlar için kullandığı ‘’işe yaramaz’’ ifadesi bana çok ön yargılı geldi.
“Batı kafası” başlıklı denemesinde (sf 233) eğitim sistemi hakkındaki eleştirileri yerli yerinde ‘’Neden bu haldeyiz? Ya yaradılışımızdan, ya bizim ülkedeki eğitimden.Yaradılıştan olamaz, hiçbir ulusun kişileri başka ulustan daha üstün, daha aşağı değildir. Kalıyor EĞİTİM “Yazar eğitimde yabancı dil konusundaki zorunluluğa karşı. Eğitim sistemindeki bozukluklar ve zorunluluk konusundaki değerlendirmelerine hak veriyorum. Lakin eski Yunanca ve Latince’nin işe yaramaz olduğunu belirten Fransız, Rus ve Latin klasiklerinden çeviri yapan birinden duymak çelişki değil de nedir?
Yine burada geçen: “Diyelim ki başladık çocuklarımıza Yunanca ile Latinceyi öğretmeye, neye yarayacak bu? Homeros ile Sophokles’i, Vergilius’u ile Cicero’yu okumalarını sağlayacakmışız. Peki Avrupalıların hepsi de okuyor, biliyorlar mı onları?”
Burada insanları genellemesi bir yana yine kendisi ile çelişiyor ‘’Şiirimiz üzerine’’ adlı denemesinde “Eski şiirimizi kendimiz de okumalı , çocuklarımıza da okutmalıyız.’’ yazmıştır.
Kitapta bunun gibi birçok çelişkiler, yerli yersiz eleştiriler bulabiliriz işte işin en güzel yanı bunu inkar etmiyor olması, kendini de eleştiren tatlı ve huysuz bir yazar o.
Hastane ziyaretinde birinin gelip ona çeliştiği bir yazısı hakkında konu açınca “bütün yazılarımı hatırlamak zorunda değilim, fikirlerim doğal bir şekilde değişmiş olabilir en azından bunu inkar etmiyorum” demesi onun düşüncelerindeki samimiyeti gösterir.
Değişme adlı denemesinde (sf 239) “Bir kimsenin fikir değiştirmesinden bize ne? İnsanlar ile mi ilgileniyoruz fikirler ile mi?”
İnsanlara, onların huylarına, şu yahut bu olay karşısındaki tepkilerine ilgileniyorsak, fikirlerine bakmayız o fikirlerin kişiler üzerindeki etkisine bakarız, kendilerini anladığımız nisbette de değişimlerini tabii buluruz ,hatta o değişmeyi öncesinden sezip haber verdiğimiz de olur.
“İnsanlara değil de fikirler ile ilgileniyor isek onları öne sürenlerin kim olduğu üzerinde niçin duralım? Bizi söyleyen değil söylenen ilgilendirir.’’ işte bu söz onun çelişkisi hakkında yaptığım bütün eleştirilere güzel bir cevap.
Ben Nurullah Ataç’ın ne çevirmen ne de eleştirmen yönünü iyi bilirim ki özellikle eleştirmen tarafına ısınamadım. Onun en çok denemeci yönünü sevdim ve bu denemelerinden otobiyografik anı tarzında bir eser bile çıkartılır. Romatizmaları betimlerken de hissettiği ağrıları o anki ruh halini öyle bir anlatıyor ki hissetmemek, kendini onun yerine koymamak mümkün değil.
Ahlak, Değişim,Sevgi,Hatıra üzerine yazdıkları bence yüce şeyler. Örneğin sf 260’ta “Asıl temiz ahlak, ahlak sözü etmeye bırakmak ile başlar. Nerede ‘Ahlak…ahlak’ diye konuşulduğunu duysam’acaba yine kimin işine karışacaklar? Kime eziyet edecekler?” derim de bir korku sarar içimi’’
“Bence ahlakın yalnızca bir ilkesi var: sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.”
Sf 83: “varsın kökü özcülükte olsun yine de sevgi insanın en ulu duygusudur; daha doğrusu en güzel ve kutlu yalanıdır.”
Sf 38 ‘’Hayat hatıralardan ibarettir; hatta ümitler ,gelecek günlerden beklentilerimiz de birer hatıradır… Biz onları anarız hatırlarız, onları da içimizde eski günlerimizi gördüğümüz gibi görürüz.’’
Velhasıl ben bu kitabı okurken,yazarın fikirleriyle çok uyuştuğumuzu da çok tezat olduğum düşünceleri de fikirlerimin alaya alınışını da bazen sinirlendiğimi de hissettim .Ama yazarın çok özel bir samimiyeti ,cümlelerinde hissedilen kitabın ruhuna katmış olduğu tatlı bir huysuzluğu da vardı.Her döneme hakim olan genel konular (Sevgi,Ahlak,Hatıra,Dil gibi..) ve az çok aşina olduğum şairler üzerine, alakadar olduğum meseleler üzerine konuşmalar açmış olması , o anki ruh halime göre başlıklardan başlıklara atlamam da bana kitabı zevkle okutturdu.