HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Deniz Arslan

ÜTOPİK OLAN İLE DİSTOPİK OLANIN PARALEL EVRENDEKİ BİRLİĞİ

 

Bir edebi ürün ütopik veya distopik eser niteliğini nasıl kazanır? Burada bu nitelendirmeyi yazar ile mi ilişkilendirmeliyiz yoksa toplumun bu eser karşısındaki tutumuna göre mi bu durum belirlenir? Aklımız bu sorular ile meşgul olurken biraz ütopya ve distopya kavramlarından söz edelim. Ütopya "olmayan yer" anlamına gelir. Distopya ise "diss" yani "kötü, anormal" ve ütopya kelimelerinin birleşiminden oluşur. Sonuç itibariyle ütopya "olması istenilen olmayan yer" anlamına gelirken distopya ise "olması istenilmeyen olmayan yer" anlamına gelir. Kitabımızın yazarı Campanella da içinde bulunmak istediği ütopik ülkesine "Güneş Ülkesi" adını vermiştir. Bu ülkeyi zamanında kaldığı Dominiken manastırlarından ilham alarak oluşturur.  Düşünceleri yüzünden yaşamı boyunca işkence görerek sürgüne yollanması da onu olmayan ülkenin arayışına itmiştir. Yazar, ütopyasını diyaloglar üzerinden okuyucuya aktarır. Bu diyaloglar, Güneş Ülkesi'ni ziyaret edebilme fırsatını yakalamış Cenevizli Kaptan ile Hospitalarius arasında geçer. Bu karşılıklı soru cevap şeklinde ilerleyen sohbet ile ülkenin yönetimi, eğitimi, toplumsal yaşamı ve ahlak kurallarından tutun da mimarisine kadar birçok konu hakkında fikir sahibi olmamız sağlanır. Campanella dışında ideal devlet düzenini bizlere diyalog yöntemiyle anlatmaya çalışan diğer düşünürleri hatırladığımızda Platon'un Devlet adlı eserini örnek vermekle birlikte, biraz daha kendimize dönersek, bizdeki ütopik eser kavramını karşılayan Yusuf Has Hacip'in ideal devlet düzenini anlattığı Kutadgu Bilig adlı eserini ele alabiliriz. Adından da anlaşılacağı üzere bu eser, mutluluk veren bilgi niteliği taşır. Eser dört karakter arasında geçen diyaloglar ile devleti yönetenlerde bulunması gereken nitelikleri, birey, toplum ve devlet ilişkilerinin nasıl düzenleneceğini bizlere aktarır. Yönetici sınıfından olan bu dört karakter; Küntogdı, Aytoldı, Ögdülmiş ve Odgurmuş’tur. Karakterler sırasıyla adaleti, mutluluğu, aklı ve akıbeti temsil eder. Buradaki alegorik anlatım Güneş Ülkesi'nde de mevcuttur. Burada yönetim 4’e ayrılmıştır, en üst mertebede Metafizik veya Güneş isimli bir yönetici vardır. Bu kişi aynı zamanda başrahiptir, bu da bize ülkede komün yaşam tarzıyla birlikte rahip-kral anlayışının da var olduğunu gösterir. Metafizik başta olmak üzere diğer yöneticileri; Güç, Bilgelik ve Sevgi'dir. Bu dört yönetici kendilerini ilgilendiren alanlarda çok yetkin ve bilgili olmakla birlikte diğer alanları da bilmelidirler. Ülkenin bu şekilde bakanlıklara ayrılmasını George Orwell'in distopyasında da şahit oluyoruz. 1984'te ülkenin yönetimi şu dört bakanlığa ayrılmıştır: Varlık Bakanlığı, Gerçek Bakanlığı, Sevgi Bakanlığı ve Barış Bakanlığı -tabi bu isimlendirmeleri yaparken yazarımız tariz sanatına başvurmuştur-. Bu bakanlıkların en üstünde olan Big Brother ülkede olup biten her şeyden haberdardır. Ondan hiç kimse hiçbir sırrını saklayamaz. Campanella'nın ütopyasına baktığımızda, Metafizik de tıpkı Big Brother gibi ülkedeki her olaya hakimdir. İnsanlar tapınağın en üstünde oturan yöneticilerine yani Metafizik'e bütün günahlarını söylerler. Bu şekilde ruhlarını günahlarından arındırmış olurlar, bu bir nevi Hristiyanlardaki günah çıkarma olayına benzetilebilir. Zaten kitabın birçok yerinde de Cenevizli Kaptan ülkenin Hristiyanlıkla olan benzerliklerine değinir.

 

Güneş Ülkesi'nde bireyselcilik arka plandadır, burada mühim olan toplumun faydasının gözetilmesidir. Güneş Ülkeliler önce bütün yaşamın, sonra da bireysel yaşamın gözetilmesi gerektiği görüşündelerdir. Bu nedenle her ne kadar insanın özgür bir varlık olduğunu savunsalar da bireysel özgürlük kavramı tam anlamıyla gelişmemiştir. Kalacakları yerler her altı yılda bir yöneticilerin isteklerine göre belirleniyor, doğacak olan yeni çocukların isimleri dahi metafizik tarafından konuluyor -gerçi bulunduğumuz dünyada da durum bundan pek de farklı değil- giydikleri kıyafetlerin ne zaman değiştirilmesi gerektiği, çiftleşme zamanları gibi birçok yaşamsal fonksiyonlarını gezegenlerin konumlarına göre belirliyorlar. Herkesin tek tip giyinmesi de akıllara George Orwell'in distopyasında giyinilen grimsi tulumları hatırlatmıyor değil. Özgürlük hakkındaki çelişkileri yalnız bunlarla kalmıyor. Belki de masaya yatırılması gereken en önemli bir diğer konu da üstün ırk veya kusursuz soy kavramıdır. İnsanların cinsel ilişkilerindeki partnerleri fiziksel özelliklerine göre yöneticiler tarafından belirleniyor. Burada bireyin istekleri ve düşünceleri önemsenmiyor. Amaç güçlü, kusursuz ve hastalıksız bireyler yetiştirebilmektir. Keza üstün ırk kavramı hepimize bir başka distopik roman olan Cesur Yeni Dünya'yı hatırlatır. Güneş Ülkesi'nde aile kavramı yoktur. Çünkü toplum, başlı başına bütün bir ailedir. Bu noktada Cesur Yeni Dünya ile olan benzerliğine değinebiliriz. Her iki romanda da aile kavramının önemi bilinçli bir şekilde yitirilmiştir. Fakat birisinde amaç toplumu ön plana koymak iken diğerinde ise bireyi ön plana koymaktır. Buradan bakıldığında "üstün ırk" kavramında da amaçların birbirinden farklı olduğunu görüyoruz. Güneş Ülkesi'nin yurttaşları için üremek bireysel bir olgu değil, toplumsal bir olgudur. Bu nedenle onlar için cinsellik, kontrol altına alınmalı ve denetime tabi tutulmalıdır. 

 

Özgürlükten bahsetmişken kişilerin cinsel yönelimleri hakkında da bir hayli katılar. Campanella'nın doğa yasalarını esas alan ütopik ülkesi için belki de bu tavır pek de yadırganmamalıdır. Çünkü onlara göre eşcinsellik insanın doğasına aykırıdır. Campanella yaşadığı dönemin zihniyetine ve sosyolojik koşullarına göre ütopyasında kadınları da eğitim, öğretim gibi konulara dahil etmiş ve haklar tanımıştır. Günümüz bakış açısı ile Campanella'yı "ataerkil" bir toplum düzeni oluşturmakla eleştirmemiz belki biraz abes kaçacaktır. Fakat bu konunun da ele alınması gerekir. Her işin başındaki ustalara kral gibi unvanların verilmesi dışında yirmi iki yaşın üstündekilere baba, altındakilere ise oğul denildiğine şahit oluyoruz. Lâkin kadınlara özel hitabet biçimlerinden ise kitapta hiç bahsedilmediğini görüyoruz. Tabi ki "ataerkil" ibaresini sadece bu argümanlara dayanarak dile getirmemiz yanlış olur. Bunun dışında, sadece erkeklerin cinsel istekleri önemsenip kısır ve hamile kadınlarla ilişkiye girilmesine izin verilmesi yahut güzel görünmek isteyen kadınların hor görülmesi ve idam cezasına çarptırılması gibi kadının geri plana atıldığını birçok örnek üzerinden tespit edebiliriz.

 

Yazı itibariyle Campanella'nın oluşturduğu dünyayı diğer distopik romanlarla olan benzerliklerinden yola çıkarak daha çok karanlık yönleri ile ortaya koymaya çalıştığımın farkında olup, buradaki asıl amacımın ütopik bir esere distopik bir pencereden bakabilmek olduğunu belirtmek isterim. 

Sayfayı Paylaş :