HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Damla İnci

 

DÜŞÜŞ

 

İnsanın en can sıkıcı uğraşı her zaman kendisi olmuştur. Çünkü en temel özgürlüğü olarak gördüğü düşünme gücü ona bir gün dahi düşünmeden yaşama özgürlüğü vermemiştir. Bu "özgürlük" ona yargılama sorgulama, yaşamını sahip olduğu veya olmadığı erdemleri değerlendirme yükümlülüğü getirir. Camus’un Düşüş kitabı da Clamence’nin geçmişiyle, bizlere ulaşarak tüm çağımız insanına yayılan bir iç hesaplaşmanın tasviri niteliğindedir. Tesadüf sonucu yargıç seçilmeyen karakter, bu içsel başlayan yargının kitlelere mal edilişini "Suçlama bitmiştir. Ama bu arada çağdaşlarıma uzattığım portre bir ayna olur." sözleriyle anlatacaktır. Böylece modern insanın bencilliğinin hırslarının ve ikiyüzlülüğünün dahi tektipleştiğini bize gösterir. Okura saldırıda bulunmadan, taşın altına kendi elini koyarak her bireye kendi düşüşünden kesitler seyrettirmeyi amaçlar ki bu seyir onları tek hakiki yargı olarak gördüğü içsel yargıya ve onun getirdiği güce ulaştırabilsin.

 

Kitapta modern insanın temel sorunları bencillik, kibir doyumsuzluk ve bunların insanı köleleştirme sürecini anlatarak ele alınıyor. Yargıcımız Clamence mesleğini icra ederken bile sanıkların suçunun ona zarar vermediği sürece onları savunduğunu söylüyor. Suçlunun cezasını masum mu çekiyor? Hiçbir önemi yok insanın zehri ondan uzak olduğu sürece. Lehine yorumlanacağı için gittiği cenazeleri,  verdiği sadakaları fark ediyor sonra. Bir adım daha öteye gittiğinde sırf yardımının vereceği hazza ulaşmak için kör bir insan görmeye can atması, sonrasında ulaşacağı haklılık duygusu için dostlarının doğum gününü unutmalarını dilemesi insanın ne kadar hesapçı bir canavar olduğunu gösteriyor ona.

 

İnsanoğlunun bu çıkarcılık ve bencillikten arındığını hissetmesi yazarın da birkaç kez belirttiği gibi "aşk" ile olacak birşeydir. Bu arınma herhangi bir değer veya bir insan uğruna kendini unutmakta, adeta kendinden geçmekte yatar. Ne yazık ki Clamence bir kez olsun bunu yaşayamamıştır ve burada ibre tekrar tüm insanlığa döner ve her insanın kendisinin kölesi olduğunu ve gerçek aşka ulaşamadan böyle kalacağını bize seyrettirir.  Kölelik kavramı kitapta çoğu kez işlenmiş ve kölelikten kaçış olamayacağı, insanın kesin olarak sınıflandırıldığı vurgulanmıştır ve bunun temeli mülkiyet kavramına dayandırılmıştır. Kumanda etmek soluk almaktır diyen Camus, sınıflandırmanın en alt kesiminin bile bunu toplumun yapıtaşı olan aile kurumunda karşıladığını belirtiyor. Ancak aile kurmayı kendi isteğiyle seçen bir insana köle demek köleliği seçen insanlar olduğunu savunmaktır. Bu da yadsınamaz bir kavram çıkmazına sürüklenmektir. Çünkü seçimin olduğu yerde kölelikten, köleliğin olduğu yerde seçimden bahsedilemez.  Bu noktada da Clamence, çağımız insanının seçimlerini aslında kendisinin yönetemediğine, kendi hayatında figüran olarak yaşadığına dair söylevlerle köleliği yine kaçınılmaz hale sokmuştur.   

 

Kitaba ismini veren "düşüş" kavramı kitabın sonlarına doğru dikkatle incelendiğinde başarıların başarısızlığa dönüştüğü, iyiliklerin kibir ve ikiyüzlülük tabanına dayandırıldığı anlar yani ''düşüş" anları aslında insanın yıldızının parladığı anlardır. İnsanoğlu düşüşünü, içindeki kötülükleri görebildiği kadar insandır. Çünkü siyah siyahın içinde değil, yalnız beyazın içinde seçilebilir. Kendi kötülüklerini yargılayan insan bunların bilincine varabiliyorsa nasıl "özde" kötü olabilir? Camus bu durumu kitabın en güçlü cümlesi olduğuna inandığım "Çünkü düşüş şafakta oluyor." deyişiyle anlatıyor ve düşüşü gerçek aydınlanma ve yükseliş olarak görüyor. Böylece insan kendi düşüşünün kılavuzluğunda kendini yönetme gücünü tekrar kazanıyor.                      


Sayfayı Paylaş :