HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Sevgili öğrencimiz Cemre Nur Karakoç’un Bruno Nardini’nin "Leonardo da Vinci (Bir Ustanın Portresi)" adlı eseri üzerine kaleme almış olduğu kitap kulübü makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

NEDEN LEONARDO?

Floransa ve Medici Ailesi tarihini incelemeye koyulacak olsaydım, bu kitap genel hatlarını keskince çizmek adına sağlam bir başlangıç olurdu. Bruno Nardini’nin ardı ardına tarihi bilgileri sıralayışındaki ketumluğunda Floransalı kökeni, araştırmacı ruhu kendini pek iyi gösterse de kitap içinde haylice Leonardo’yu aradığım zamanlar oldu. Fakat bu eleştiri Leonardo’nun tek bir cümlesiyle bizzat darmaduman ediliyor: “Mediciler beni var ettiler ve yok ettiler.”... (s. 32)  

Yüzyıllara meydan okuyan binbir marifetli bir ressam olmak, dönemin çalkantılı siyasi ve sosyal olaylarına dahil olmadan elbette çok zor. Adınıza topraklarına teşrif etmeniz için yazılan mektuplarla sancaktarlar koştururken, bir eser bahşetmeniz için çaba sarf eden dönemin kıdemli zatlarını anmamak ve gelişen-değişen güç dengelerini göz ardı etmek Leonardo Da Vinci’nin nasıl maharetli bir adam olduğunu betimlemede açık bırakacaktır. Dolayısıyla bulunduğu sosyal çevreyi anlamak, dostlarını, muhataplarını tanımak onun kim olduğuna dair fikirlerimizi oluşturmada çok önemli. 

Rönesans’ı Rönesans yapan; soylular arasında sanata verdikleri değer, sanatkarları muhafaza etme bilinci, onlara yetişme-gelişme olanağı tanıyan kiliseler ve sanatevleri kültürü olmuş. Aksi halde ne bir Leonardo ne bir Michelangelo yetişebilirdi. Onların anılarında dahi geçim zorlukları çektikleri dönemlere rastlasak da sanatçı eserine verilen kıymetin toplumsal bilinci; bir sanatkarın hayata sanatkar olarak devam etme motivasyonun ana kaynağı, meyve vermesi beklenen taze fidanın bereketli toprağı... Bir Leonardo daha o topraklarda yeşerseydi haberimiz muhakkak olurdu fakat unutmamak gerek tek maharet toprakta da değildir. Şayet olsaydı Rönesans kendini çoktan aşmıştı.  

Leonardo ise kendine has nitelikleriyle bir ressamdan daha fazlasıydı. İlginç merak tutkusunun onu aşmayı daha da zorlu hale getirdiği muhakkak. Zira merak duygusunun yansımaları, o dönemin sıradan belki sıradan da üstün bir vatandaşına göre çok daha farklı alanlara nüfuz etmiş. Maharetleri üzerine konuşmamak onu sıradan bir ressam olarak tanımlamak hatta ressam olarak tanımlarken dahi nasıl bir ressam olduğunu tanımlamadan atlamak olacaktır. Resme -özünde sanata- ilgi duyan bir birey için müzikle ilgilenmek -en azından benim nezdimde- çok uzak parametreler olmasa da aynı zamanda heykeltıraş olmak, döküm becerisi, tiyatro teknisyeni, sahne tasarımcısı ve özel törenler için dekor icra etmekse yakın parametrelerden ziyade farklılaşan bakış açılarına sahip olmayı, bakmayı değil görmeyi, her biri için ayrıca bir yeteneği gerektirir. Hiçbiri kendi içinde kolay meziyetler değildir. Bileşenleri ortak kümelere zaman zaman sahip olsalar da ayrı kümelerde özel icraat faaliyeti yani kabiliyetleri gerekli kılar. İşte bu birbirinden farklı kümelere sahip ve onlara hükmediyor olabilmek sizi yetenekli bir insandan çok daha fazlası yapar.  

Diğer özellikleriyle bilimi olan tutkusuyla Leonardo’nun mimarlığı, jeoloji merakı, fizikçi kimliği, hidrolik ve mekanik sistemler üzerindeki ustalığı da çağının oldukça üstündeydi. Kendisinden 400 yıl sonra keşfedilecek dalgıç kıyafetleri (s.137) bunu işaret ettiği gibi; yaptığı fizik, matematik hesaplarında kullandığı o zaman için henüz adı konulmamış birleşik kaplar teorisi de buna referans ediyor.  Makineli ağır silahlar, savaşlar için stratejik avantaj sağlayabilecek mekanizma tasarımları da ressamın farklı bir diğer yanı. O, bilimi ve hayal gücü ile adeta günümüzün insanıydı. 18. yüzyıl itibarıyla ortaya çıkmış, günümüze yeni adapte olmuş ve büyük hayranlıklarla geliştirilmeye çalışan bu icatları 15. yüzyıl sahasından görebilmek aklın hayret verici bir boyutu. Bu kadar birbirinden farklı alanlara duyduğu merak onu elbette bambaşka bir insan yapıyordu...  

Sonuçlara değil sebeplere odaklanırsak belki de ressam bambaşka bir insan olduğu için birbirinden farklı alanlar üzerinde bu denli bakış açısıyla hakimiyete sahiptir. Ters yazı yazma alışkanlığı, çizdiklerini aynadaymış gibi yansıtışı, dine felsefik yaklaşımı, saatlerce yaptığı doğa incelemeleri, nerede hapsolmuş bir kuş görse onu beraat ettirmeden duramayışı, idam edilmiş bir adam (s.51) yeterince kan dondurmuyormuşçasına o doğallığı ve anı yakalamaya resmetmeye çalışması, herkese göstermeyi beklediği kertenkeleden ejderhasıyla (s.207) Leonardo ne kadar sıradan bir insandır ki ondan sıradan bir insanın merağını beklemek doğru olur? Kadavraların organlarını, damarlarını kesip inceleyen, onları tek tek resmeden biriyle hangi ressamın portre çalışmalarını mukayese etmek haksızlık olmayacaktır? Yumurta akıyla göz yuvalarını kaynatıp üzerinde incelemeler yapan birinin, bir manzaraya bakışındaki yargı ile herhangi birinin ne kadar aynı olabilir? Işığa hükmetmek için karanlığa bakmak gerekir diyen biri yeterince karanlıkta yüzmüyorsa ışığın nasıl hakkını verebilir? Bana korkutucu düzeyde gelen soğukkanlılığının bilim ve sanata giden yolda mübah olup olmadığı bizim tartışma konumuz olmasa da asıl dikkatimi çeken yanı bu ciddiyet ve kararlılıkta birinin duygusal, ince ruhu. Floransa’ya geri dönerkenki çekimserliği (s.179) kuşlara olan özgür ruhlu tavrı, bilgi arayışında “...Öğren... Sana öğretsin... Sana açıklasın’’ (s.193) mütevaziliği, hırsız olduğundan emin bir o kadar da arsız öğrencisi Salai’den pek de öğrenmeye hevesli olmamasına karşın vazgeçmeyişi ve yine de vasiyetinde ona bir şeyler ayırışı kanaatimce yüce gönüllüğünün bir parçası. Michelangelo ile olan münasebetinin (s.157-159) aslında küstahça dönüt alan kibar bir jest olmasını da ayrıca alçakgönüllük ile ilişkilendireceğim.  

Leonardo Da Vinci… “...benim için kaygılanmayın. Ben herkesten farklı bir ressam olmak istiyorum ve bunun için başkalarının ihmal ettiği veya göz ardı ettiği şeyleri incelemem gerekiyor. Ben sonsuz olan nedenleri resme aktarabilmek için sonuçları değil, nedenleri bilmek zorundayım” (s.59) diyerek babasına bu hoş görülmeyen uğraşlarına karşılık yanıt veren ressam... Ressamın yaşamının sonuna kadar sözlerinin arkasında durduğunu görmekse oldukça net. Onun gayesine ulaştığına inansam da böyle bir insanı amacı uğrunda tatmin etmek de epey zor. Büyücü diye nitelemeler ise o dönemde olduğu gibi günümüzde dahi olası fakat o dönemde yakmamalarına, hapsetmemelerine apayrı şaşıyorum. 

Dünya’da aynı zamanlara tekabül etmese bile bir zamanlar böylesine farklı ruhların yaşadığını bilmek hayata dair olan inancımı katmerliyor. Farklı düşünmenin yadırgandığı tüm zamanlarda aynı düşünmemenin kıymeti bir o kadar daha açığa çıkıyor... Toplum içinde farklı bakan, sorgulanmamışı sorgulayan, irdeleyen ‘çıkıntı’ insanlar toplumu öteye taşıyabiliyor. Tabii eğer ötekileştirilip yaşama küstürülmezlerse... Bu dünyanın kendine bir şeyler katabilmesi için Leonardolara çok ihtiyacı var. Leonardoları ürkütmeden kafeslerini nazikçe açıp onları özgürlüğe kavuşturmak gerek. 

 


Sayfayı Paylaş :