Mehmet Akif Uzer
MİLLİYETÇİLİĞİN TEMEL DAYANAKLARI
Giriş
Milliyetçilik temelinde ulus kavramına dayanan ve bu kavramın üzerine inşa edilmiş yeni ideolojilerden biridir. Milliyetçilik kavramını anlayabilmek için ulus kavramının ne olduğuna, milliyetçiliğin kendini dayandırdığı dayanaklara ve milliyetçiliğin neden ve nasıl geliştiğine bakmak gerekir. Bu yazıda Benedict Anderson’ın Hayali Cemaatler ve Ernest Renan’ın 11 Mart 1882’de Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı “Qu'est-ce qu'une nation”(Ulus Nedir?) konuşmasından yararlanarak milliyetçilik ve ulus kavramlarına modern yaklaşımları inceleyeceğim.
Ulus Kavramına İlk Bakış
Benedict Anderson kitabının temeline yerleştirdiği yaklaşımla ulusun hayali bir oluşum olduğunu ve siyasal olduğunu söylüyor. Ulusun hayal edilmiş olmasının sebebi olarak durumun sadece zihinde beraber yaşama isteği olduğunu söylüyor ve şu şekilde açıklıyor: “Hayal edilmiştir çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyelerin çoğunu tanımayacak, onlarla tanınmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir; yine de her birinin zihninde birlik ve beraberlik hayali yaşamaya devam eder.” (Anderson, Savaşır, 2020, s.24). Bu açıklamada bahsedilen durumun gerçekliğini inkar etmek mümkün değildir. Belirli sınırlar içerisinde yaşayan ve kendisini belli bir ulusa tabii hisseden her bireyin zihnindeki algının bu olduğunu söyleyebiliriz. Asla tanımadığı ve tanışmayacağı insanlarla kendini ortak bir olguda birleştirmek ve gerektiği durumda tanımadığı ve tanışmayacağı insanlar için canını verebilecek durumda olmak bir ulusu en güzel tanımlama şeklidir. Ernest Renan ise ulusu şu şekilde tanımlıyor: “Millet bir ruhtur, ruhsal bir prensiptir. Bu ruhu oluşturan iki şey vardır, bunlar ortak hatıraları paylaşmak ve beraber yaşama isteğidir.” Beraber yaşama isteğini de genişletip şu ifadelere yer veriyor: “Ulus her gün tekrarlanan bir plebisittir.” Anderson ve Renan neredeyse benzer ifadelere yer verse de farkın şurada ortaya çıktığını söyleyebiliriz; Renan ulus için ortak tarihi değerler olduğunu savunurken, Anderson bu tarihin de ulusu ortaya çıkartmak (ya da ulusun bir arada kalması için ortaya çıkarttığı) bir hayal ürünü olduğunu söylüyor. Ulus kavramı üzerinde modern sayılabilecek tanımlamalardan biri de Johann Herder tarafından yapılıyor. Herder ulusun oluşması için; ortak dil, ortak zevkler ve ortak karakterin oluşması gerekliliğine bağlıyor. Herder’e göre ulus kendiliğinden gelişen ve oluşan doğal bir topluluktur (communauté naturelle).
Ulus Devletin Ortaya Çıkışı
Pierre Rosanvallon “Genese de l’Etat” isimli makalesinde devletin geçirdiği 4 farklı evrimden bahsediyor. Bu makaleye göre ulus devletler’in ortaya çıkmasında belirli bir toprak parçası üzerinde homojenize olmuş bir ulus, ortak bir dille anlaşabilme, ortak tarih, ortak semboller (anıt mezarlar, bayrak…), ortak para ve ortak dış düşmanlar sebep olmuştur. Buna karşın devlet ulusla uyumlu da değildir. Devlet giderek ulusla çakışır. Bunun nedeni olarak da Rosanvallon, devletin bölgedeki nüfusun homojenize edilmesi görevini üstlenmesini gösterir. Buna dayanarak söyleyebiliriz ki Rosanvallon’a göre de ulus olduğu gibi öylece mevcut değildir, inşa edilmiştir.
Milliyetçiliğin Kültürel Kökleri ve Ortak Tarih Zorunluluğu
Şu ana kadar incelediğim bütün düşünürlerin ulus kavramı için ortak söylediği şeylerden biri ortak tarih zorunluluğudur. Anderson kültürel semboller arasından en dikkat çekeninin meçhul asker anıtları olduğunu söylüyor. Ulus kavramının ne kadar içimize işlediğini anlamak için gerçekten önemli bir ölçüt olduğunu söyleyebiliriz. Sadece bizim ulusumuzdan olduğunu düşündüğümüz adını, doğum tarihini, doğum yerini dahi bilmediğimiz bir anıt mezar bazılarımızın gözünü doldurmayı başarabiliyor. Burada giriş kısmında bahsettiğim ulus hiçbir zaman birbirini tanımayacak insanların oluşturduğu bir kurumdur kavramının daha da derine indiğini görüyoruz. Herhangi bir canlı varlık ya da canlı olduğuna dair kanıt olmayan bir cisimsel imge ulus algısının içimize ne kadar işlediğini gösteriyor. Bu algının ne kadar geniş olduğuna bakmak gerekirse, her toplumun kendini kozmosun merkezinde gördüğünü söyleyebiliriz. Ulustaki bireyler kendi ulusundan bahsederken doğru yerine en doğru, kendisinden bin kilometrelerce uzaktaki bir insandan bahsederken onlar zamiri yerini bizim zamirini kullanması gibi örnekler ulusların kendini ne kadar merkezileştirdiğini göstermek için yeterlidir. Anderson bu konuyla ilgili şunları söylüyor: “Bizim milletimiz, rekabetçi ve karşılaştırmacı bir düzlemde, en iyisidir.” (Anderson, Savaşır, 2020, s. 35). Sağlıklı bir insan ‘çoğu zaman’ kendinin hata yaptığını kabul etmeyecek ya da yaptığının en iyisi olduğunu iddia edecektir. Bireylerin ulusundan bahsederken ‘bizim’ zamirini kullanmasının ardında da kendi ulusunun en doğru ve en iyi ulus olduğunu düşünmesi yatıyor.
Milliyetçiliğin Paradoksları
Uluslar tarihsel nesnellikler karşısında kendi gözünde yücelttiği kadim ve öznel tarihle kendi tarihini yaratmaya çalışır. Bu öznellik kendi tarihini kadimleştirmekle de kalmaz aynı zamanda diğer ulusların nesnel tarihi karşısında da alçaltmaya çalışmak olarak kendini gösterir. Bunun en güzel örneğini kendi gözlerimizle de görebiliriz. Osmanlı Devleti tarihi her ne kadar başarılara sahip olsa da uzunca bir dönem de başarısızlıklarla geçmiştir. Günümüzde dahi epik birkaç olay yüceltilerek bu tarihin kadimleştirildiğini, aynı şekilde de diğer devletlerin bu olaylar karşısında alçaltılmaya çalışıldığını görüyoruz. Örnek vermek gerekirse Kanuni’nin François’ya mektubuyla Fransız tarihi başarısızlıklarla doluymuş gibi gösterilmeye çalışılırken nesnel tarihte Fransız’ların Osmanlı Devleti’nden katbekat fazla zafere sahip olduğunu biliyoruz. Bir diğer paradoks olarak da herkesin bir milliyete sahip olması zorunluluğu vardır. Her ne kadar sosyo-kültürel olarak tekil bir milliyete sahip olunması mümkün olmasa da dayatılan bu algı dolayısıyla bireyler bir ulusa ait hissetmek zorunda bırakılmaktadır. Bu algı bazı zamanlarda kendini o kadar yüceltir ki kendi ulusunun tek doğru ulus olduğu algısını dahi yaratabilmektedir (Nazi Almanya’sı ya da Yunan ırkından olmanın emsalsiz (Sui generis olduğu düşüncesi). Son olarak da milliyetçilik ideolojisi tanımı gereği yeni düşüncelere pek açık olmadığı için diğer ideolojik yaklaşımlara göre kendi içerisinde büyük düşünürler çıkartamamıştır. Milliyetçi düşünürler dahi milliyetçiliğin savunulmasında şüpheye düşmüşlerdir. Tom Nairn milliyetçilikle ilgili “Milliyetçilik modern kalkınma tarihinin patolojisidir, bireydeki nevroz gibi kaçınılmazdır.” der. Nairn aynı zamanda modern milliyetçiliğin eşine az rastlanır boyutta eli kanlı bir din olduğunu söyler.
Milliyetçiliğin Gelişimi ve Devamı
Milliyetçiliği futbol fanatizmiyle benzetmek çok da yanlış olmayacaktır. Burada iki grubun içerisindeki bireyler de asla birbirini görmese dahi bir değer çevresinde toplanıp hayatının temeline yerleştirirler. İki grup da bu değer için tezahürat yapmaya ve sonuna kadar savunmaya hazır durumdadır. Burada bunu gerçekleştirmekteki temel etken etrafında kendine benzer olgulara sahip insanları toplamak ve kendini güvende hissetmektir. İnsan doğası gereği çevresindeki insanların kendisiyle aynı değerlere sahip olmasının daha güvenli olduğunu düşünmektedir. Bu bireylerin birbirini tanıması mümkün olmasa da birbirleri arasındaki güven tamdır. Kendisiyle ortak ve eşzamanlı faaliyetleri sürdürdüklerini düşünmektedirler. Bu faaliyetler bireylere göre her gün istisnasız bir biçimde milyonlarca kişi tarafından tekrar edilmektedir. Bunu kitlesel bir ayine benzetebiliriz. Düzenin devam etmesi için bu ayinin ve aradaki güvenin her zaman devam etmesi gereklidir. Ernest Renan’ın tanımında kullandığı plebisit ifadesi de bu güvenle alakalıdır. Birey her gün bu güvenini tazeler ve faaliyetlerine devam eder. Bu temsili mekanizmalar ve faaliyetler toplum içindeki eşitsizliği, yurttaşlar arasındaki soyut eşitsizliğe, bireysel bencilliği de kollektif bir iradeye dönüştürmüştür.
Sonuç
Milliyetçiliğin kurgusal ve belirli değerler etrafında toplandığını söyleyebiliriz. Bu kurgusal düzen bir toplumun bir arada kalmasını sağlasa da ulusun kendi içerisindeki dinamikleri de değiştirmektedir. Günümüz dünyasında var olan ulusçu yapının yavaş yavaş yıkılmaya başladığını görsek de bir ulusu ortaya çıkardığı söylenen ortak tarih ve değerlerin birden yok olmayacağını, dolayısıyla da küreselleşme algısının da milliyetçilik gibi kurgusal olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
1. ANDERSON, Benedict, (Çeviren: İskender Savaşır), 2020, İstanbul, Metis.
2. Renan, Ernest, Qu'est-ce qu'une nation.
3. Rosanvallon, Pierre, Genèse de l’Etat( Quatre visage de l’Etat).