HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Aynur Ülger

DİRİLİŞ’İN İZİNDE
 AF VE SEVGİ ÜZERİNE

 

Tolstoy, Diriliş eserinde toplumların tarih boyunca hep kanamış ve hala kanamakta olan yaralarını ustaca masaya yatırmış ve sorgulamamız için bizlere sunmuştur. Adalet, ahlak, kadın, vicdan, sevgi kavramları arasında örülü eser, Tolstoy’un gözümüzün önündekilere körleşebilme eşiğimiz ve bu eşiğin dehşeti üzerine kurulu.


Öncelikle eserin temel olaylarına değinip daha sonra kendi perspektifimden Tolstoy’un düşünce dünyamıza ekmeye çalıştıklarını yorumlamaya çalışacağım.

 

Diriliş’in temel öyküsü, soylu bir aileye henüz bebekken ölümden dönerek besleme olarak kabul edilen Maslova ve ailenin yeğeni Nehludov arasında kuruludur. İlk gençlik yıllarında Nehludov’un Maslova ile arasındaki duygusal bağ, kadının hamileliği ile sonuçlanır. Nehludov bu hamilelikten haberi dahi olmadan Maslova’ya biraz para bırakarak teyzesinin evinden uzaklaşır. Maslova, hamile olduğunun öğrenilmesiyle birlikte evden gönderilir ve çocuğu henüz birkaç günlükken bakılamayacağı gerekçesiyle bir yakını tarafından yetiştirme yurduna verilir, ve orada da öldüğü söylenir. Çeşitli yerlere sığınıp hayatını kazanmak için mücadele eden Maslova en nihayetinde hayatını idame ettiremediğini görür ve ilk gençlik yıllarının sonu genelev hayatının başlangıcı olur.

 

Genelevde zengin bir tüccarın zehirlenip soyulduğu bir cinayet gerçekleşir. Kurgulanmış bu cinayetin suçu genelevdekiler tarafından Maslova’ya atılır. Dava, tesadüf eseri Nehludov’un jüri olduğu bir davadır ve tüm mahkeme heyeti tarafından olayın bir iftiraya dayandığı ve Maslova’nın hırsızlıktan ve dolayısıyla cinayetten sorumlu olmadığı görülmüştür. Ancak jüri sigara, çay ve lakırdılar içinde özensizce hazırlanmış karar raporunu sunduğunda, hırsızlıktan sorumlu değildir şeklinde bir ifade kullanıp cinayetle ilgili bir yorum eklemeyi unutmuştur. Evet, unutkanlık. Bu unutkanlık, mahkeme başkanı tarafından jürinin raporuna göre hırsızlıktan olmasa da “Maslova cinayetten sorumludur.” şeklinde bir karara bağlanmıştır. Olanlar karşısında ilk dehşetini yaşayan Nehludov itiraz etmeye kalktığında bu kararın rapora dayalı alındığını ve davanın temyizi için başvurabileceği yanıtıyla karşılaşır. Aynı zamanda Maslova’yı tanıyan ve düştüğü genelev hayatı karşısında sorumluluğu tamamıyla kendinde hisseden Nehludov, kalan tüm hayatını onu, önce bu sürgün cezasından sonrasında da onunla evlenerek bu hayattan kurtarmaya adar.

 

Kitap, Maslova üzerinden Nehludov’un vicdanının serinliği için çıktığı yolda yüzlerce yeni mahkum tanıyarak başka sızılar edinmesi üzerine gelişir. Nehludov’un; toprak sahibi, zengin ve soylu bir adam olarak yetişip yaşadığı çevre içerisinde görmezden gelinen her olay gün geçtikçe daha derin bir tokat olarak yüzüne çarpmaktadır. Tolstoy’un bu kurgu içerisinde bize ilk göstermeye çalıştığı bürokrasi karşısında insan hayatının değersizliğiydi. Sadece kağıda eklenmemiş belki bir belki de iki cümle karşısında yıllarca sürgün edilmiş bir kadının durumu; o heyetteki ‘koca koca’ devlet adamlarının hiçbirinin akşam balolarında edebiyat ve sanat konuşabilmesine, kahkahalar içerisinde votka içmesine, Fransız tiyatroları izleyip büyük salon köşelerinde dünyayı kurtarmasına engel olmamıştı. Çünkü mahkeme salonu hayatlarına sirayet etmiyordu. Burada ister Rusya’nın 1900’lerine gidelim, istersek Türkiye’de günümüze.. Değiştiremediğimizi gördüğümüz en temel şey belki de bu, değersizliğimiz.

Kitabın sayfalarını çevirirken ya da akşam haberlerini izlerken akıl ve vicdan sınırlarımızı bu kadar zorlayan ama yine de değiştiremediğimiz bu değersizlik gerçeği, insan adına karar verenlerin karşısındakine kendiyle aynı nesne olarak bakamamasından kaynaklanıyor. Maslova mahkeme salonunda bir dava dosyasıydı, genelevde bir arzu nesnesiydi, cezaevinde bir numaraydı, kürek cezasındaysa bir işçi. Mahkeme heyetinde Maslova hiçbir zaman iftiraya uğramış bir kadın olmadı. Çünkü mahkeme, Maslova’ya hayatı üzerine düşünebilecek kadar bir süre ve mesafe veremezdi. Bu insani değerin salonda her mahkuma verilmesiyle birlikte onlar üzerine düşünülmesi ve daha önemlisi hissedilmesi gerekecekti. Ancak başkanların randevuları vardı, baloları vardı, kapıda bekleyen araçları vardı. Gidecekleri yerlere bir an önce gidip adaletin bekçisi olduklarını duymaya ve duyurmaya ihtiyaçları vardı. Yahut mahkeme salonuna gelmeden önce, Maslova genelevde yine bir insan değildi. Olayları geriden durup izlediğimizde “bir insan hayatı bu!” diye itiraz ettiğimiz tüm hadiseler, o olayların içerisinde hiçbir muhatapları tarafından bu şekilde görülemezdi, çünkü bu körlük mesafesine ihtiyaçları vardı. Burada Lacan’ın “İnsanın her talebi sevgiyedir.” Sözünü hatırlıyorum. Tüm bu ezici sorumsuzluğun, bu görmezden gelişin ardında insana sevgiyle yönelmiş bir bakış değil ona kullanılacak bir nesne olarak yöneliş yatıyor. Kötülüğün buna ihtiyacı var. Kötülük yapabilmenin en temel koşulu belki bu körlük ve anda kalabilme halini korumak. Dokunulan şey, çok yönlü değil, olamazdı. Mahkeme salonundaki bir mahkum, hiçbir zaman jürinin gözünde koğuş ranzasında kıvrılıp dua ederken canlanmıyordu. Ve Maslova’yı teyzesinin evinde hamile bırakıp, cebine bıraktığı birkaç rubleden sonra kadını terk eden; ardından üzerinden yıllar geçince bir mahkeme salonunda görüp beyninden vurulmuşa dönen Nehludov’un hislerindeki farklılık da buraya dayanıyor. Değişim Nehludov için şuradaydı: Maslova geneleve düşerken, Nehludov onu hayatı üzerine düşünebilecek bir mesafeden bakacak kadar ‘insan’ görememişti. Şimdi içindeki suçluluk duygusu büyüdükçe ona karşı duyduğu sevgi ve merhamet de büyümüştü, tüm hikayeyi tekrar tekrar onun gözünden okuyabilmeye başlamıştı. Bu durumu Tolstoy şöyle ifade ediyor: “Eşya üzerinde onu sevmeden çalışılabilir. Örneğin, sevgi olmadan ağaç kesilebilir, kerpiç yapılır,demir dövülür. Ama arılara karşı dikkatsiz davranılamayacağı gibi insanlarla da sevgisiz ilgilenilmez. Arıların öyle bir özelliği vardır ki, dikkatsizce tutulursa bunun hem onlara hem kendimize zararı dokunur. İnsanlar için de böyledir. Başka türlü de olamaz zaten, insanlar arasında karşılıklı sevgi hayatın temel yasasıdır.” Bulunduğumuz konumlar gereği karşımızdakini kendimizden daha az insan olarak görmeye başaldığımız her an karşılaştığımız bu, sadece şiddetleri farklı.

 

Eserin devamında Nehludov, Maslova için verilen sürgün cezasını ne pahasına olursa olsun kaldırtmak ve onunla evlenerek kendi içinde tamamlanmak, affedilmek ister. Maslova ile Sibirya’ya gidip tüm topraklarını geride bırakma kararı aldığında mülkiyet üzerine düşünmeye başlar. Topraklarını köyündeki halka önce kiralayan sonra da paylaştıran Nehludov kazandıkları gelirleri de onlara vermeye karar verir. Eşyanın yükünden kurtularak tamamen ruhunu arındırmak için her şeyden sıyrılmayı ve sadece vicdan yükünü sırtlayarak Sibirya’ya gitmeyi yavaş yavaş sindirir.


            Nehludov’un tüm bu özverisinin yanında Maslova, içinde Nehludov’a karşı öldürdüğü duyguların yeniden dirilmesinden korktuğu için kendini ondan tutabildiği kadar uzak tutmak ister. Evlenmeyi kabul etmeyip Sibirya fikrinden de vazgeçmesini istemiş, birbirlerine layık olmadıklarını neredeyse her görüşmelerinde dile getirmiştir. Nehludov, Maslova’nın ona duyduğu hislerin karşısındaki reddedişi de yine suçunun bir parçası olarak kabul edip yine de onun ardından gider. Maslova’nın ve onun davasının peşindeyken geçmiş yaşantısında körleştiği onlarca yeni noktayı görür. Hapishanedeki suçsuz mahkumlar, iftiralar, sadece kimliksiz olduğu için ayları nezarethanede geçen gençler, siyasi suçlular arasında geçen aylardan ve onlara dokunabilme mücadelesinden sonra Sibirya yolculuğu başlar. Bu yolculukta, yıllarca güneşe çıkmamış mahkumların saatlerce güneşin altında yütürülüp peş peşe on beşinin de öldüğüne şahit olur. Bu olayın dehşetiyle bu ölümlerin altına kimin imzasının atılacağı üzerine uzun uzun düşünmeye başlar. Kitabın imzasız ölüleri, bize insanın düşebileceği en derin kuyulardan birini daha gösteriyor. Fikrimce o kuyuyunun en dibine düşenler güneşin altında ölenler değil, o kararın sorumluluğunu tonlarca kağıt ve imza arasında bölüştüre bölüştüre ortaya çıkaracak kişi bırakmayacak kadar büyük bir yapının piyonları olanlar. On beş canın ölümünün suçu o kadar çok kişiye bölünmüştü ki, hiçbirinin gece başını yastığa koyduğunda sırtına yük olamadı. O kadar çok imzalar atıldı ki, herkes o ölümlerin bir köşesinden tuttuğu için kimse sorumlusu olamadı. Fakat ölüm tüm yalınlığıyla oradaydı. Olağan bir şekilde, usulca sokulmuş gibi, sessizce geldi ve gitti, kimseye bir soru veya cevap kalmadı.

 

Eserin ilerleyen sayfalarında Tolstoy kahramanı Nehludov’un vicdan muhasebesi ile ceza hukukuna ve kiliseye olan eleştirilerini iç sızlatıcı bir şekilde sunmuştur. Son bölümde “Matta” 18:12-14’ten yaptığı bir alıntıda bir efendinin kölesini bağışladıktan sonra, aynı kölenin başka birisini borcu karşılığında affetmediğini aktarır.  Burada affedici veya cezalandırıcı bir konumda olabilme yetkisinin üzerimizde olmasının tabiatımıza zarar veren bir tarafı olduğunu göreceğiz. Tüm o mahkeme heyetinin bu kontrol karşısında gelebildiği körlük noktası gibi. İçimizdeki tüm kötülüğe rağmen kötülüğü düzeltmek istemek gibi. “Gereksinim diyerek, tutuklu bazı kimseler bu sözde insanları cezalandırmaya, düzeltmeye yarayan işi meslek edinerek insanları durmadan bozuyorlardı (Sf.579).” İnsan eliyle oluşan kanunların bir ceza yetkisi veremeyeceğini çünkü insanın temel yapısının bu konumda olmaya uygun olmadığını İncil’e dayanarak gösteriyor bize Tolstoy. İnsan, cezalandırabilecek bir konumda değildir. Çünkü ceza yetkisinin, o konumu kendinde gören/elde eden insan aracılığıyla yeni bir suçlu yaratan ve dolayısıyla hiçbir zaman ıslaha değil her zaman çoğalarak kötüleşmeye yol açan bir yetki olduğuna inanmıştır.


            Tolstoy, Nehludov’un dirilişini de Tanrı’yı anlamaya dayandırıyor. En yalını anlayabilme hissinin verdiği ferahlıkla üstelik. Eserin sonlarında Nehludov’un bir arınma ve aydınlanma yaşaması, eser boyunca Nehludov'un zihninde ve  bizim zihnimizde yankılanan sorulara cevap bulması İncil ile karşılaşmasıyla olmuştur. Mesele hep ortadaydı aslında. Cezalandıramazdık. Bu suçların cezasız kalması anlamına gelmiyordu, çünkü ceza hiçbir zaman suçtan arındırıcı olmamıştı. Hatta üstüne, cezalandırabilme yetkisiyle yeni suçlular yaratmıştı. Cezanın suçu temizlediğine dair inanca sımsıkı tutunmaksa bu körlük silsilesini büsbütün kuvvetlendirmişti.

 

Tolstoy Nehludov’un zorlu mücadelesini,  gerçeği yakalayabilme hissiyle ve şu cümleyle sonlandırmıştı:“İşte hayattaki ödevim budur. Bir hayatım tamamlandı, şimdi bir diğeri başladı.”

 

Nehludov karakterini derinlemesine incelendiğimizde Tolstoy’un hayat çalkantılarını, sorgulayışlarını, çevresinde gördüklerine öfkesini, arayışlarını ve en nihayetinde Tanrısına sığınışını Nehludov karakteri üzerinden paralel bir şekilde okuyabiliriz. Zweig, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar kitabında Tolstoy’un bunalım ve dönüşümü için, nihayet o korkunç niçin sorusundan kurtulmuştu, der. Vicdan muhasebesinin getirdiği dönüşümle çok büyük yüklerin altına girerek kendi bunalımından kurtulabileceğine inanan Nehludov için de dönüşüm, yalın bir Tanrı’ya dönüş gerçeğiyle olmuştu. Bu bakımdan yazarın son kitabı olan Diriliş, bir bakıma fikir sancılarıyla geçen tüm bir hayatın muhasebesini de içermektedir.

 

Yazımı Diriliş’in içimde bir ses bırakan şu cümlesiyle tamamlayıp,  kendim için bir kere daha hatırlatmak ve bizler için de bir kere daha görünür kılmak isterim: “O halde herkes kendi ruhuna inansın, o zaman hepimiz birleşmiş oluruz. Birlik, herkesin kendi başına olmasından doğacaktır.”

 

 


Sayfayı Paylaş :