HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Aynur Ülger - Dudu Ettekin - Fatma Nur Yaşar - Aybüke Bedir

YİTİK CENNET


            Bu yazımızda okuyucu ile yazarın arasındaki özel anlam ilişkisinden peygamberler tarihine kadar olan geniş bir yelpazeyi  Sezai Karakoç'un “Yitik Cennet” adlı eseri aracılığı ile ele almaya gayret ettik.

Eserin okur ile arasında kurulan anlam ilişkisine değinmişken bu konuya açıklık getirip bir giriş yapmamız gerekirse kitabı okuduktan sonra, gerek metin ile okur arasında gerekse yazar ile okur arasındaki ilişkileri irdeleyen  soruların hem edebiyat hem de dinler tarihinde önemli bir yer tuttuğunu gördük. Eserin okuyucunun üzerinde yaptığı tesirin yazar ile kurulan anlamsal bağ ile daha etkili hale geldiği yönünde çeşitli fikirlerle de karşılaştık ki bu da değinmek istediğimiz noktalardandı. Karakoç’ u anlamak için yazarın iç dünyasına yakınlık, metni anlamanın yanında hissedebilmenin de önemini Yitik Cennet ile daha net görmüş olduk. Böylelikle neden bazı eserlerin bazı insanlar üzerinde daha fazla etki bıraktığını da bir nebze anlayabilmiş olduk. Tıpkı Oğuz Atay veya Yusuf Atılgan okurken neden insanlar yazarları daha iyi anlayabilir, yazılanları daha iyi hissedebilirse Karakoç okurken de kimi okurun bu ortak anlama ve hissiyatı yakalayabileceğini düşünüyoruz. Sayfaları çevirdikçe aslında kendi duygu ve düşüncelerini, yaşama bakış açısını metin aracılığıyla yazarın da yaşadığını, hissettiklerini yazarın da hissettiğini görebilmek okuru yazara daha yakın hissettiriyor ve aradaki bağ güçleniyor.

Anlam boyutunu böylelikle ifade edip yazının içeriğine de göz atmamız gerekirse Sezai Karakoç; çoğu insan gibi bizim için de başta şiirleriyle tanıdığımız, o şiirlerle heyecanını paylaştığımız  daha sonra da düşünce eserleriyle baş başa kaldığımız bir şair, yazar, fikir adamı.

Sezai Karakoç’un fikir dünyasının temelinde metinlerinde sık sık karşımıza çıkan “Diriliş” adını vererek geliştirdiği düşünce akımı bulunmaktadır. Büyük Doğu’daki yıllarında ilk filizlerini veren bu düşünce sistemi halen Sezai Karakoç’un adının anıldığı hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Sezai Karakoç Diriliş ’i yeniden inanmak, yeniden düşünmek ve yeniden duymak olarak tanımlıyor. Gerek Yitik Cennet’te gerekse bu fikrini destekleyen diğer metinlerinde insanın kurtuluşu için İslam’a ihtiyacı olduğunu tekrar tekrar savunuyor. Bu yazıda inceleyeceğimiz  Yitik Cennet de insanın dirilişinin tarihteki serüveni aslında.

Yazar en basit ifadesiyle bizlere “peygamberler tarihini” anlatmıştır. Hazreti Adem’den başlayarak sırasıyla Nuh, İbrahim, Yusuf, Musa, Süleyman, Yahya, İsa peygamber ve en sonunda Hz. Muhammed anlatılmaktadır. Ancak bunu en çok da şiirlerinde hissettiğimiz o sırlı diliyle yapınca yazılanlar deneme türünün çok ötesine geçmiş zannımızca.

Sezai Karakoç’tan bahsederken bahsedilmesi gereken en önemli meselelerden bir tanesi de ölüm. Ölüm fikrinden kopmamayı dirilişle ilişkilendiriyor. Hatta ölüm düşüncesinden yoksun olmayı dirilişten de yoksun olmak sayıyor. Ancak bu ölüm fikrine bağlılıktan kastı tamamen ona kapanmak ve her şeyin gerisinde kalmak değil. Ona göre ölüm düşüncesine sahip olmak hayatın anlamına da sahip olmak demek. Kitapta Hz. Yusuf bahsinin geçtiği bölümde “..Hazreti Adem ile yaratıldık, Hazreti Nuh ile yaradılışımızın varoluşuna çevrilişi kesinleşti…” diyor yazar. Yaradılışımız ve var olmamız arasındaki fark. Bu var oluşun kesinleşmesi. Bu ikisi üzerine okumak da epey düşündürücü aslında . Bu  düşünmenin sebebi ise daha önce bunun üzerine fazla değinmediğimizin farkındalığı. İnsanlığa kurulu bir düzenin parçası olarak gelmiş bulunuyoruz, bu dünyayı paylaştığımız hemen herkes gibi. Ve sürekli var oluş sancısı çeken insanlığımızın içinde sancısı hiç çekilmemiş bir şey keşfetmişiz gibi hissediyor okur  o cümleyi okuyunca: Var oluşumuzun kesinleşmesi. Var mıyız, bizden öncesi ne kadardır var, bizden sonrası ne kadar daha olacak? Evet, aslında  o devrin ruhları bu soruları bizden çok daha fazla sormuşlardır muhtemelen kendilerine. Ve Sezai Karakoç Hazreti Nuh ile yaradılışın varoluşa çevrildiğinin kesinleştiğine inandı. Bu da aslında Tufan ile ilişkili. Yani ölüm fikri yine diriliş fikrinden kopmadı.

Sezai Karakoç’un yazdıklarında ayrı bir tesir olduğuna inanıyor okuyucu ve bu tesirin sebebi anlattığı şeyi yaşamış olduğuna ikna olabilmemiz. Yani bir şüphenin peşine düşüp fikirlerini açıyorsa, daha önce bu şüphe gerçekten içini kemirdiğinden. Bir inancı savunuyorsa, o inanç gönlünde yer bulduğundan. Bir sancıyı anlatıyorsa, ki bir  bakıma en çok anlattığı şey sancılar, o sancıyı gerçekten çekmiş olduğundan. Bunu hatıralarında apaçık görüyoruz, ikilemlerini ve tesellilerini. Sezai Karakoç yine hatıralarında “zaten hayat insanın süreklice kendini araması değil midir bir bakıma?” diye soruyor. Yitik Cennet’i okurken bu cümlesi dönüp duruyor, çınlaması duyuluyor zihinlerde. Orada da arıyordu kendini, geçmişini ve inancını. Anlattığı şey basitleştirmeyi denersek, evet İslam peygamberleriydi anlattığı ama anladığımız şey sadece İslam tarihi değildi. Ötesindeydi. Ruhi bir boyutu vardı. Bu boyutun malzemesi de dili, kalemi ve kalbiydi. Bu yüzden Sezai Karakoç’un anlattığı İslam’ın günümüzde dinlediğimiz, hatta ne yazık ki zaman zaman dinlemekten kaçtığımız, İslam’dan çok farklı olduğunu gözler önüne seriyor Yitik Cennet.

Yitik Cennet’te anlatılan sekiz peygamberle cennetin sekiz kapısını ifade ediyor ve bu kapıları dokuzuncu bölümde Hazreti Muhammed’e bağlayarak cennetin ta kendisi olduğunu söylüyor yazar. Hz. Muhammed'in  anlatıldığı bölümde bir cümle vardı ki değinmeden geçilmemeli. Hicret perdesinin açılmasını anlatırken “Olağanüstü olan, bu kez yol haline geliyordu.” diyor. Aslında tüm bu kıssaları, anlatıları, hisleri o peygamberlerle aramızda bir yol olarak görebiliriz  zaman zaman. Hatta belki direkt kendilerini bir yol olarak. Bilhassa Hz Muhammed... Çünkü Peygamber hayatı bir yoldu Karakoç’a göre. 

“ Hira bir yoldu, sükunete. 

Miraç bir yoldu, bilemediklerimize. 

Hicret bir yoldu, gidip belki de gelmemeye.(Sezai Karakoç’ diyordu. –‘Bir sarkaç nereden bilsin gidip de gelmemeyi.’) 

Ve nihayetinde Peygamber hayatı bir yoldu, en çok da bize bir yoldu, bize benzeyişiyle, ona benzemek isteyişimizle.

Hala bu anlatılarda bir teselli buluyorsak, kendi hayatımıza pay çıkarma cüretinde bulunuyorsak ama gerçek ama mecaz bu yolun bir yerlerde var olduğundan belki de.
  Son olarak dinlerde de sıkça  geçen ve ne yazık ki anlatımı epey eksik olan “ sınav” kavramını anlamak için Yitik Cennet rahatlıkla okunulabilecek bir  kaynak. Çünkü bu soru çoğu insanın  aklını çeler durur kimi zaman. Herkesin sınavı  aynı mıdır ve adil midir? Yaşadığımız dünyada kötülükler neden vardır? gibi tarih boyunca tartışılan sorulara belki de verilen en temiz cevaplardan birisi bu eser.Bu temizliğini de anlatımını korkudan ziyade sevgi ile temellendirmesine borçlu bizce Karakoç.

Kitap üzerine bizim görüşlerimizle birlikte   daha bir çok tartışılması gereken yönü olduğunu da belirtmekte fayda var. Sezai Karakoç'un daha nicesinin dimağını aydınlatacağını ve zaman içinde çeşitli yönlerden tekrar tekrar ele alınacağını da düşünerek yazıya burada son veriyoruz.

 


Sayfayı Paylaş :