HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Yazan: Hamza Alan | İstanbul Medeniyet Üniversitesi - Hukuk, 3. Sınıf

BİR FELSEFE TARİHİ-1

Bir şey üzerine yapılacak anlama faaliyeti o şeyin mana ve -şeyin bilhassa müşahhas- mefhumuna yönelik bir metot ile yapılmalıdır. Bu bakımdan anlama konumuz açısından felsefe, malûm olduğu üzere süregeldiği devirler boyunca ve dahi aynı zaman içerisinde bile anlamı üzerinde bir konsensüse ulaşılamamış bir kavram olmakla beraber kendisine verilen farklı anlamlarla beraber ekoller yaratmış; yine bu anlam değişiklikleri ile felsefenin şümulünde de tadil, kısmen de -hangi açıdan baktığınıza göre- terkin dönemleri olmuştur.


Felsefe sözcüğü Türkçeye “Rumi bilgelik geleneği” anlamına gelen (فلسفة) sözcüğünden geçmiştir. Etimolojik kökenine göre ise Eski Yunancada “bilgi sevgisi” anlamına gelmektedir. Fakat açıklanan nedenler ile felsefenin ağyarından münezzeh bir tanımını yapmak -yine felsefi söylev ile- zordur. Bununla beraber felsefe: Kimilerine göre akıl yürütme olarak, sorgulama olarak vücut bulmuş olsa da sistematik olarak sorguladığı deniz, zamanla okyanus ile bağlantısını yitirmiş, gölleşme yaşanmıştır. Fakat felsefenin bir düşünbilim olarak uçsuz bucaksız deniz olduğu su götürmez bir gerçektir. Umberto Eco editörlüğünü yaptığı elimizdeki -esasen felsefe tarihi setinin birinci cildi olan- “Felsefe Tarihi-1” eserinde filozof başlıkları altında ve kaynak metinlerinden parçalar vererek; felsefenin ve felsefi olanın tarihsel incelemesini kaleme almıştır.


Thales

Thales (MÖ 624/623-MÖ 548/545) Mezopotamya, Fenike ve Mısır kozmolojik modellerini tanımaya elverişli olan Miletos’ta dünyaya gelmiştir. Sokrates öncesi Yunan felsefesinin temel odak noktalarından biri arkhe olmuştur. Başlangıç, ilk neden, hareket kaynağı anlamlarına gelen arkhe: Yunancada “her şeyin” kaynağı olarak kullanılmıştır. Arkhe düşüncesinin ilk olarak Thales’te ortaya çıktığına dair iddialar olsa da zamanla görülmüştür ki arkhe düşüncesi kadim medeniyetlerde ortaya çıkmıştır. Yunan felsefesinin başlangıç olarak anlatılmasına yönelik kritikleri bir tarafa bırakacak olursak; Thales, Yunan felsefesinde klasik kozmolojik bakıştan sıyrılmıştır. Buna göre evrene dair bilinmeyenlere yönelik getirilen mitolojik açıklamalar dışında akılcı birtakım açıklamaların ayak sesleri böylece gelmiştir. Altını çizmek gerekir ki Thales’in şeylerin doğasında nem olmasından ötürü vardığı sonuç, felsefi düşünüşteki değişim bakımından değerlidir.


Anaksimandros

Anaksimandros (MÖ 610-MÖ 546), Thales ile “başlayan” evrenin kökeni ve düzenine ait anlamlandırma çabasının (Dönem açısından bizatihi felsefe) halefi olmuştur. “Anaksimandros da benzer bir şekilde, Olympos tanrılarının temel niteliği olan ölümsüzlüğü, evrenin oluşumunun kaynağı olarak belirlediği kişisel ve soyut (Ama somut olarak algılanan) varlığa atfeder hem boyutları hem de kendi içinde farklılaşmadan yoksun olması anlamında “sınırsız” bir ilke olan apeiron, bu özelliklerinden dolayı oluşumun tükenmez kaynağı işlevi(ni) görür.” (Eco, 2023: 26)


Anaksimandros, evren ve canlılığın oluşumunu mitolojik anlatımdan ayrı olarak ele almasının yanında (hukuki) analojik bir yolla dinamik denge düşüncesini de ortaya atmıştır. Şeylerin (Rüzgar, su, buhar ve ateş gibi büyük evrensel kütleler) birbirleri arasındaki hakimiyetinin neden olduğu “haksızlık” üst teminatçı ve oluşun içerisinde dinamik olarak var olan apeiron tarafından giderilmektedir.


Analojiyi temel alan bir araştırma görüldüğü üzere kozmolojik tasarıların başlangıç ve ortak noktası. Analoji yoluyla “bilinmeyen yabancılık çekilen bir olgunun bilinen basit olgularla açıklanması” faaliyeti sağlanmış olur. Fakat bir yerden sonra maruf olguya içkin şeyler meçhul olanda aranmaya başlanır. Buna yönelik eleştiriler bir yana, analoji yolu ile açıklanmaya çalışılan meçhulde keşfedilen özellikler, marufta da aranmaya başlanmıştır. Bu yalnızca bir ön kabullü arama faaliyeti ile sınırlı olmamış -mevzu olan evrene dair bir açıklama olduğundan- elde edilen çıktılar, maruf olanın da ideal noktası olarak görülmüştür. “… ve analojiyi temel alan bir araştırma yönteminin inşası. Evrensel düzenin bu yeni görüntüsünün gelişiminin, arkaik çağ polis dokusunun oluşum ve pekişme sürecine paralel olarak görülmesi gerektiğinden de söz etmek gerekir; toplumsal düzenin temel unsuru olarak doğaüstü olandan giderek uzaklaşılırken yurttaş grupları arasındaki ekonomik ve güç ilişkilerinin yasal olarak düzenlenmesine önem verilmeye başlanır.” (Eco, 2023: 29)


Pythagorasçılar

Pythagoras (MÖ 570-MÖ 495) diğer adıyla Pisagor, sayılara dayalı kozmolojinin hocası. Pythagoras, matematik alanında yaptığı çalışmalar ile bilinir. Örnek olarak Pisagor Teoremi (a2+b2=c2), müzik skalasının uyumlu aralıklarının ilk dört tam sayı arasındaki basit ilişkiler ile ifade edilmesi verilebilir. Pythagoras’a atfedilen birçok görüşün esasen Pythagorasçılara ait olması muhtemeldir. Pythagoras’ın kendisine doğrudan doğruya atfedilebilecek düşünce ise ruhun ölümsüzlüğüdür. Bu bakımdan yazımıza Pythagorasçılar ile devam etmek daha doğru olacaktır.


 Pythagorasçılar’ın matematiksel yönü kozmolojik bakışlarında da devam etmiştir. Onlara göre her şey sayıdır. Evrenin düzeni sayılar ile açıklanabilir. Aristoteles’in ifadeleriyle: “… nesneler sayıları taklit eder (Bu noktada Pythagorasçılar, duyumsal şeylerle düşünceler arasında bir taklit ilişkisi olduğunu öne süren Platon’un bile öncüsü sayılırlar.); tek ve çift sayıların unsurları, sınıra ve sınırsızlığa tekabül ettiği için nesnelerin de unsurlarıdır; gerçeklik, hem sembolik olarak bağlantılı matematiksel kavramlar (Sınırlı ve sınırsız, tek ve çift) hem de daha görünür bir sembolik anlama sahip zıtlıklar (Işık ve karanlık, iyi ve kötü) içeren, birbirine karşıt çiftler şeklinde düzenlenmiştir.” (Eco, 2023: 45)

“Bir konuda derin bilgi ya da sırların yalnızca ehil olanlarla bir üstat tarafından “inisiyasyon”[1] yolu ile öğretilmesi, ezoterizm.”  Pythagorasçılar işte böyle bir cemaat yapısına sahiptirler. Üstatları olan Pythagoras’ın aktarılan anlatısı şüphe olmaksızın gerçekliktir. Bu bakımdan statik bir oluşum gibi gözükseler de Pythagoras’tan sonra gelen Pythagorasçılar, yeni üstatlar olmuşlardır.


Pythagorasçılar’ın Sokrates öncesi filozoflardan ayrılan yönünü belirtmek gerekir. Buna göre Pythagorasçılar, çağdaşlarından farklı olarak ilkeleri duyumsal şeyler arasında değil; sayılar arasında ararlar. Aristoteles’e göre Pythagorasçılar’ın, taktik nazariyeleri itibarıyla kozmolojik kuramları “Platon’un idealarla ilgili araştırmasına göre de daha anlamlıdır, çünkü ideaların tersine, sayılar ontolojik açıdan doğal gerçeklikten ayrı değildir.”


Parmenides

Parmenides (MÖ 515-MÖ 450), duyuları güvenilmez bulan fizik gerçekliğin logos yoluyla ulaşılabilecek ebedi, değişmez, bozulmaz bir gerçeklik olduğu bakışına sahip bir filozoftur. Fakat “ölümlülerin görüşü” adını verdiği, hakikate erişim açısından güvenilmez bulduğu yolun titizlikle kullanılması halinde mantıklı olduğunu kabul eder. Buradaki kabul, göründüğü kadarıyla işlevselliğine ilişkin bir kabuldür.


Algılanabilir düşünce yollarına ilişkin açıklamaları ile var olan ve var olmayana dair açıklamalar getirerek bilimsel araştırmaya tabi tutulacak nesneyi belirlemeye çalışmıştır. Bununla beraber var olanın temel niteliklerine dair düşünceler geliştirmiştir. “geriye sadece var olma yolu kalıyor. Bu [yoldaki] sayısız işaretin gösterdiği varlığın ezeli ve ebedi, bir bütün olduğu ve hareketsiz olduğu ve sonsuz olmadığıdır.”


Anaksagoras

Anaksagoras (MÖ 499-MÖ 428), oluşun gayesi meselesini ele alır. Ona göre özdek olmayandan özdeksel bir dünya oluşamaz. Bu bakımdan özdeksel doğanın bir bütün halinde başlangıçta bir arada olduğunu düşünür, tüm bunlardan ayrı bir kozmik aklın (Nous) hareket ettirici olarak rol aldığını söylemektedir. İşte Nous denilen bu kozmik akıl özdek olana müdahale edebilmek için özdek olmalıdır. Fakat bu özdeklik doğanın iç zorunluluğundan, kendiliğinden var olan, ilk hareket ettirici, özdeksel doğanın en hafif, en ince, en belirsiz, en arı özdeğidir. Böylece bu kozmik zihin ile zihin-doğa düalizminin ilk teorik modelini oluşturmakla oluşum gayesi meselesini vurgulamıştır. Sokrates, Anaksagoras’ın bu kozmik akıldan: “…hareketin basit, mekanik bir sebebi olarak yararlandığını fark eder; halbuki bir şeyin hareket edip etmemesi için gerekli olan ve maddi oluşumuyla bağlantılı olan faktörlerin düzeni (…), bir şeyin belli bir şekilde olmasının veya olmamasının neden iyi olduğunu açıklayan düzenden farklıdır (…).” (Eco, 2023: 69)


Sofistler

Bu zamana kadar belli başlı doğa filozoflarının temel düşüncelerine yazımızda yer verdik. Bu noktadan itibaren Yunan düşünce tarihi açısından yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Felsefi düşünüşün konusu artık doğa alanından insan üzerine araştırmaya geçmektedir. Bu dönemde adından söz ettirenler Sofistler ve Sokrates’ti. Sofistler, bilgi konusunda uzmandırlar. Fakat asıl ayırt edici yönleri söz sanatında ortaya çıkmaktadır. Her biri birer kültür insanıdırlar. Diğer düşünürlerden daha çok halk tabanında yayılmaları, bilgi birikimlerinin -fayda temelli olarak- pratiğe ilişkin olmasıdır: Sofistler felsefeyi, çeşitli bağlamların pratik gerekliliklerine bağlı olarak harekete geçebilecek ve muhakemede bulunabilecek yurttaşların formasyonuna yönelik bir meslek olarak görürlerdi. Örneğin Melos’un sakinlerinin katledilmesi olayını tartışan Atinalılar, Parmenides’in ontolojik meselelerinden veya İyonya doğa bilimcilerinin arkhe [başlangıç] konusundaki sorusundan çok, adaleti en güçlü olanın hakkı olarak tanımlayan Thrasymakhos’un şaibeli siyasi düşüncelerine ilgi duyarlardı.” (Eco, 2023: 95)


Sofistler bilginin göreceliğine dair düşünceleri ile mutlak bilginin olmayacağını savunmaktaydılar. Bunun bir sonucu olarak ahlakın da göreceli olduğunu toplumdan topluma değiştiğini ortaya koymuşlardır. Geleneksel olanın sorgulanması ile beraber felsefede eleştirel düşüncenin gelişimine katkı sağlamışlardır.


Sofistleri filozof olarak ele almak hatalı olacaktır. Kendilerini salt kuramsal düşünceye adamış değillerdir. Bunun yanı sıra ekonomi, tarım, savaş, siyaset, dil ve hitabet alanında da faaliyet göstermektedirler. Asıl bilinirliklerini de bu faaliyetlerine borçludurlar. Kendilerine getirilen eleştirilerden biri de bu faaliyetleri ücret karşılığında yapmalarıdır. Öte yandan bireyin başarıya ulaşmasında eğitimin önemini de ortaya koymuşlardır.


Kelimelerin Siyasi Gücü

Felsefenin konusundaki mevzu değişim ile beraber yaşanan hümanist devrim ile açılan muhtelif yollar, belagat ile geçilir olmuştur. Sofistler, faaliyetlerinden de anlaşılacağı üzere, retoriği geliştirmişlerdir. Böylelikle hümanist devrim ile beraber söz sanatı -ikna sanatı- olarak retorik ile insanlar egemenlik ve/veya tahakküm sağlayabilir hale gelmiştir.


Sokrates

Sokrates (MÖ 469-MÖ 399), bilmediğini bilen adam. Kendisine yapılan en büyük yakıştırma bu olsa gerek. Tabi kendi dönemi içerisinde bu durum değerlendirilmelidir. Aksi halde günümüzden bakıldığında kendisine ithaf edilen diyaloglarda oldukça kesin bilgi iddiaları bulunmaktadır. 


“Tüm cevapları bildiğini zanneden insana tüm sorular sorulmamıştır.”[2] Gerçekten de tüm cevapları bilebilmek mümkün müdür? Bir insanı filozof yapan en büyük erdem nedir? Uzun okumalar, derin tecrübeler veya uzun düşünsel faaliyetler sonucunda bir veya birkaç alanda bilgili olmak pekala mümkün bir şey. Fakat bunu sonsuza dek devam ettirecek ve amacı, sadece bilme arzusuna çevirecek şey meraktır.” (Alan, Sokrates’in Savunması, 2023)


Sokrates kendisi hakkındaki bilgelik “kehanetinin” sırrını düşündükten sonra Atinalıları sırlarından arındırma misyonuna girişir. İşte Sokrates’in felsefenin babası olarak nitelendirilmesinin en büyük sebebi budur. Sokrates, felsefeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş; doğa felsefesinden ahlak felsefesine yüzünü çevirerek hayatın her alanında felsefi bir yaşam ile vücut bulmuştur. Uzun bir dönem Yunan felsefesinin esas konusunu oluşturan doğa felsefesinden insanı temel alan felsefeye geçiş ile insani hayata dair kritik temelli bir yaklaşım ve bununla beraber kutsal olan felsefi bir yaşam ortaya çıkmıştır: “Ey Atina erleri, ben sizi sayarım, severim. Ancak sizden ziyade “tanrıya” itaat ederim. Hayattayken ve gücüm yettiği sürece, felsefe yapmaktan, size öğüt vermekten, size her rastladığımda “tanıtlamalar” yapmaktan (…) vazgeçmeyeceğim. Bunun (vazgeçmenin) tanrıya itaatsizlik etmek olduğunu ve bu nedenle sessiz kalamayacağımı söylesem, sanki bahaneler uyduruyormuşum gibi inanmazsınız bana. (…) sınanmamış bir hayatın insan için yaşanmaya değmeyeceğimi söylesem sözlerimi hâlâ çok az inanırsınız.” (Eco, 2023: 150-151)


“Diyalektik kavramı, kelime kökü diyalog ve etik kurallı bir şekilde tez ve antitezin ortaya konulmasıyla belli bir konu üzerinden ortak değerlerin inşası anlamına gelir.[3]  Sokratik yöntem ise Sokrates’in felsefi düşünüşü, sorular sorarak -sınayarak- muhatabına öğretme şeklidir. Bu yöntem ile insanların ruhlarını doğurduğunu iddia eder. Kendisinin ise doğurgan olmaktan ziyade: Tanrı tarafından “ebe” olmaya zorlandığını ifade eder.


Platon

Platon (MÖ 427- MÖ 348), idealar ve bu temelde nevi şahsına münhasır bir siyaset felsefesi ile felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Duyalar ile algılanan dünyanın (Mükemmel, değişmez, maddi dünyadan ayrı) gerçekliğin bir “gölgesi” olduğunu düşünür. Ona göre maddi dünyadan ayrı, duyularımız ile algıladıklarımızın değişmez ve asli varlığının olduğu, idealar dünyası vardır. Maddi dünyadaki duyularımızla algıladığımız şeylerin, idealar dünyasındaki asıllarının birer yansıması olduğunu söyler. Gölgeler (Yansımalar) olarak nitelendirdiği şeyler değişime açık, eksik ve geçici kopyalardır. Platon, Glaukon ile diyaloğunda idealar dünyasına ilişkin düşüncelerini mağara alegorisi ile özetle şöyle ifade etmiştir: “Dolayısıyla bu imgeyi, (…) daha önce konuştuklarımıza olduğu gibi uygulamalıyız: Görme duyumuzla algıladığımız bölgeyi tutsakların kaldığı yerle, ateşin ışığını da güneşin gücüyle karşılaştıralım; buraya tırmanışı ve burada bulunanları seyretmeyi de ruhun sadece akıl yoluyla kavranabilecek yere yükselişiyle karşılaştırırsak da öğrenmek istediğin görüşüm konusunda yanılgıya düşmemiş olursun.” (Eco, 2023: 220)


İdealar, zamanın ve mekanın dışında oluş-bozuluştan münezzeh, ancak akıl yoluyla kavranabilecek maddi dünya dışı formlardır. Bunun yansımasını Platon’un ideal devlet tasarımında görmekteyiz. Yazdığı eserinde ideal devletin sahip olması gereken özelliklerini sıralamış, bununla birlikte ideal toplum yapısını da tasvir etmiştir.


Aristoteles

Aristoteles (MÖ 384-MÖ 322), mantık ilminin mucidi olarak anılır. Dil üzerine yaptığı incelemelerde dili günümüz tanımlamalarına yakın bir şekilde: Düşünce ile gerçeklik arasında anlamlandırma ilişkisi faaliyetini sağladığı şeklinde tanımlar. Kelimelerin özne ve yüklem olarak bir araya gelmesiyle önerme oluşur. Aristoteles, önermeler arası ilişkilerden sonuç çıkartma metodunu keşfeder. Buna göre “iki genel önermeden sonuç adı verilen üçüncü bir önerme zorunlu olarak çıkar” ile tümdengelimi ortaya koyar. Öncül önermenin tikel olması halinde ise tümevarım söz konusu olacaktır. Öncüllerin birincil olduğu durumda bu öncüller, ilke olarak adlandırılır. Bu şekilde yapılan bir tümdengelim “bilimsel tümdengelim” olarak sınıflandırılır.


Aristoteles’e göre bilgi, duyular, akıl yürütmeler ve deneyimler ile bir süreç halinde elde edilir: “… insanın sahip olduğu ilk bilgi şekli, duyumsal nesnelerin algısıdır; bu algıdan anı gelişir ve aynı nesnenin sayısız anısından deneyim doğar. Bu, olanın, yani her şeyin nasıl olduğunun bilgisidir. Bilim, yani felsefeyse sebebin, yani her şeyin zorunlu olarak veya genelde olduğu gibi olmasının sebeplerinin bilgisidir.” (Eco, 2023: 245)


Aristoteles’in neden (Sebep) ile kastı gerçek varlığa ilişkin herhangi bir açıklamadır. Bu çerçevede Aristoteles varlığa dair nedenleri dörde ayırmıştır: Nesneyi oluşturan madde, maddi neden; nesnenin düzeni ve işlerliğine dair biçimi, formel neden; nesnenin değişimine neden olan, fail neden; nesnenin var olma veya meydana gelme nedeni, ereksel neden.


Aristoteles, kendi felsefi düşüncelerini karşılaştırmalı olarak doğrulamak isterken, ilk felsefe tarihini kaleme almıştır. Böylelikle bir kaynak olarak kullanılabilecek “Aristoteles şerhli” bir felsefe tarihi ortaya çıkmıştır. Aristoteles eserinde gayesi saf bilgi olan bilimler ile gayesi eylem olan bilimleri ayırır. Devamında siyaset ve etik üzerine görüşlerine yer verir. İnsan için en üstün iyinin ne olduğuna dair düşüncelere girişir. Aristoteles’e göre insanın insan olmasından mütevellit, kendisi için en üstün iyinin yine kendisine özgü bir faaliyet olması gerekir. “İnsanın kendine özgü faaliyeti, ruhun akıl doğrultusundaki veya en azından akıldan yoksun olmayan faaliyetiyse ve belirli bir şeyin kendine özgü faaliyeti ile aynı şeyin en mükemmel halinin kendine özgü faaliyetinin, yani örneğin bir gitarist ile erdemli bir gitaristin birbirinin aynı olduğunu söylüyorsak ve bu durum, o faaliyete erdemden kaynaklanan üstünlük eklendiğinde genelde her şey için geçerliyse, çünkü gitarcının işi gitarı çalmak, erdemli gitarcının da gitarı çalmaktır, o zaman insana özgü faaliyetin belirli bir hayat tarzı olduğunu söyleyebiliriz. (…) insan için iyi olan ruhun erdem doğrultusunda faaliyetidir…” (Eco, 2023: 306)


Belirtmek gerekir ki Aristoteles’e göre erdem, insanın doğasına uygun bir şekilde hareket etme yetisidir. Bu noktada Aristoteles erdemi ikiye ayırır: ölçüsü itidal olan, etik erdemler; akıl yürütme ve bilgi edinme ile ilgili olan, dianoetik erdemler.


Sonuç

Elimizde bulunan Umberto Eco’nun editörlüğünü yaptığı bu eser Sokrates öncesi filozoflardan Aristoteles’e kadar belli başlı filozofların felsefe, kozmoloji, etik, sanat, eğitim alanındaki düşüncelerini genel hatlarıyla ele almaktadır. Ayrıca verilen kaynak metinler ile kişisel düşüncenin gelişimine de kapı aralamıştır. Böylece Batı medeniyetinin ve yine bu eksende ilerleyen küresel düşüncenin temelini teşkil eden, Yunan felsefesine giriş niteliğinde bir eser incelemiş bulunuyoruz.

  

 

Kaynakça

Alan Hamza, Sokrates’in Savunması, 2023

Eco Umberto, Felsefe Tarihi-1, Alfa, 2023

Internet Encyclopedia of Philosophy

Kanar Mehmet, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü

Nişanyan Sözlük

Oxford, Yunanca Sözlük

Wikipedia

 



[1] Bireyin spiritüel gelişimi için buna kavi bir üstat (mürşit?) tarafından özel metotlarla verilen eğitim.

[2] Konfüçyüs

[3] Bkz. Wikipedia


Sayfayı Paylaş :