HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Rümeysa Arslan

 

09/12 tarihinde üçüncü sınıflarımızla 2017 yılının son kitap kulübünü gerçekleştirdik. Kitabımız Rene Guenon’un’’ Modern Dünyanın Bunalımı’’ isimli eseri oldu. Mahmut Kanık tarafından çevrilen eserde yazara göre ‘’Eskiden görülmüş olan bunalımların sınırını aşan bir noktaya gelinmiştir. Şimdiyse Batı'dan başlayarak bütün dünyayı istilâ edecek gibi gözükmektedir. Çok iyi biliyoruz ki onların zaferi ancak geçici ve görünüştedir. Ama öyle bir aşamada, insanlığın güncel çevrim boyunca geçireceği en ciddi bunalım işareti de olabilir. ‘’

 

Sevcan arkadaşımız tarafından sunumu başarıyla gerçekleştirilen eseri hep birlikte tartışıp yorumladık.

Kitapla ilgili değerlendirmede bulunan arkadaşlarımızdan Rümeysa  Arslan’ın  kalemiyle sizleri baş başa bırakıyoruz.

 

Modern Dünyanın Bunalımı

                                                                                                                                         

Doğu ve Batı, eski ve yeni, geleneksel ve modern, zahir ve batın... Bunlar ve benzerleri eklenebilecek daha nice kavramlar... Birisi kullanıldığında hep diğerini hatırlatan ve bir kıyaslamanın kaçınılmaz olduğu durumlar yaratan kavramlar... Her defasında birbirine sırtını dönmüş şekilde tasavvur edilen bu kavramlar nasıl değerlendirilmeli, bunlar birbirine karşı mıdır gerçekten; yoksa tamamlayıcı mıdır? Ya da birisinin doğruluğu diğerinin yanlışlığına kanıt mıdır? Rene Guenon, Modern Dünyanın Bunalımı'nda bir tarih tanığı olarak gözlemlerinden de yola çıkarak bu ve benzeri pek çok soru sorduruyor. Kitabı asıl kıymetli yapansa yazarın kıyaslama yaptığı konularda bizzat bilgi sahibi olması. Bu soruları kadar cevaplarını da kıymetli kılıyor.

Mesela doğu ve batı arasındaki zıtlığın kaynağı nedir? Temel kırılma düşünme şeklindeki farklılaşmadan kaynaklanır yazara göre: batıda şeyin sahip olduğu beşeri özellikler manasına tercih edilince, suret düşüncenin ana konusu oldu ve daha sonra bunun üzerinden kendisini gösteren medeniyet duyu organları ile algılanabilecek olan şeylerin varlığını kabul ile şekillendi. Şeylerin tanımları yapıldı ve böylelikle onların mevcut olan suretleri için sınırlar çizildi. Manadan her seferinde bir adım daha uzaklaşıldı. Ta ki materyalizm ana belirleyici olana kadar. Yer yer geriye dönüş çabaları olsa dahi bunlar manayı amaçlamadığından eksik ve eğreti kaldı ve bir ilerleme kaydedilemedi. Mana yönünden gerileme ile birlikte şeyin fiziki özelliklerine yönelik ilerlemeler kaydedildi. Bu ilerlemeler duyu organları ile görülebildiği için aslolan gerileme fark edilemedi. Şeye dair her şey yüzeysel denebilecek seviyeye indirendi. Öyle ki sonunda insan için olduğu iddia edilen her 'gelişme' insanın tabiatlarına yönelik bir hal aldı. Bunun üzerinden geliştirilen fikir akımları dahi aslında anlamdan yoksun ve yetersiz olan hallere büründü. Bireycilik gibi. Her şey duyu organlarına göre düzenlenince bireyler adına önemli olan, onların niteliği değil niceliği oldu. Aslında her biri her anlamda farklı olmasına ve kelimenin gerçek anlamı ile eşit olmamalarına rağmen, bu akımla birlikte tekdüze hale indirgendiler. Genel olarak kitabın farklı örnekler üzerinden bu durumu açıkladığı ve eleştirdiği söylenebilir. Bunu açıklamak adına bir karşı taraf olmaktan ziyade bir kıyaslama aracı olarak doğuyu bir araç gibi kullanmayı tercih eden yazar iki taraf arasında hiyerarşik bir ilişki kurmaya değil, karşılaştırma yolu ile yanlışları düzeltmeye çalışıyor. Eser bir yerme ya da övme amacı taşımıyor bu yönüyle. Ancak kıyaslamanın birçok noktasında tarafları çok keskin çizgilerle ayırdığı söylenebilir. Doğu ve batıyı belirli tanımlara boğarak onları çok belirgin sınırlara hapsettiğini düşünüyorum. Bunu kendisinin de batı geleneğinden gelmiş olması ile açıklayabiliriz. Ayrıca yazarın demokrasi eleştirisinin gösterdiği sebep açısından anlamsız olduğu kanısındayım. Yazara göre 'üstün olan aşağı olandan doğamaz'. Demokrasi pek çok yönden eleştiriye açık olsa da bunun iktidarın kaynağı açısından eleştirilmesi makul değil. Çünkü halk ve iktidar arasında bir altlık üstlük ilişkisi mevcut olduğunu düşünürsek bu durumda üstün konumda olan kesinlikle halktır. İktidar ile arasındaki amaç-araç ilişkisi göz önüne alınırsa onun iktidara üstün gelmesi gerekir. Demokrasinin uygunluğu itibariyle düşüncesinin neticesi haklı görülebilirse de eleştirisini iktidarın kaynağı üzerinden değil konusu veya amacı üzerinden yapması gerekirdi.

 

Kitaba dair genel eleştirim aslında suni olan farkların karşı taraflarca aşılması ya da anlaşılması imkansız olan farklar gibi göstermesine yönelik olacak. İnsanların zihninde bir şeyin özünü muhafaza edebilmesi için onu konumlandırabilmesi gerekir. Bunu ya o şeyi tanımlayarak ya da onun özelliklerini düşünerek yaparlar. Mesela doğu batı ayrımı. Aslında taraflara böldüklerimiz insan. Amaç onları gruplara bölmek ya da düşman görmek değil, sadece tanımak ve zihnimizde konumlandırmak. Bu kendi çevremiz açısından da böyle değil midir? Anne, arkadaş, kardeş, öğretmen ve başka sıfatlar... Ama hepsi 'biz'dir ve zaten bu adlandırmaların amacı 'onlar' oluşturmak değildir. Bunu büyük insanlık ailesi için düşündüğümüzde de çok farklı bir noktaya gitmemek gerekir. Doğu ve batı ayrımı tanımlar üzerinden, birbirine karşıt iki grup varmış gibi gösterilerek yapılmamalı. Kitapta genel itibariyle bu noktadan çok sapıldığını ve sanki aynı kaynaktan gelmiyormuş gibi insanların farklı tanımlarla birbirinden uzaklaştırıldığını düşünüyorum. Asıl sorun zaten farklılıkların aşılamamasıyken, farklı kültürleri yakından görme şansı olmuş birisinin daha bütünleştirici bir bakış açışı ile mevcut durumu ele alması gerekirdi. Çünkü onun aslında farklı olmadığımızı görmüş olması beklenir. Bir başka eleştirim ise iki seçenekten birisini seçme zorunluluğu varmış gibi sürekli bir kıyaslamanın olması. Bana göre şekil ve mana arasında bir tercih yapılması değil bir denge kurulması esastır. Tıpkı bir insanın cevherlerini bedeninden gösterdiği gibi şeyin de manasını duyu organlarımızla algıladığımız özelliklerinden gösterdiğini ve bu sebeple ikisinin de vazgeçilmez olduğunu ifade etmesi daha doğru olurdu, zahir veya batın arasında bir tercih yapılması gerekiyormuş gibi ifade etmesindense.

Her şeye rağmen eserin genel itibariyle vermeyi amaçladığı mesajı içerdiğini ama çok defa düştüğü tekrarlar sebebiyle kitabı ağırlaştırdığını kanısındayım. Modern düşünceye dair fikir sahibi olmak isteyen ya da ona farklı bir açıdan bakmak isteyen herkesin okuyabileceği bir kitap.

 

Sayfayı Paylaş :