HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Deniz Arslan

HATIRATIN İÇERİSİNDE HATIRAT

 

Amin Maalouf yarattığı karakteri, idealist bir doğu bilimci olan Benjamin’i anlatırken, Benjamin de bizlere doğuyu ve batıyı gerek rubaileriyle gerek pozitif bilimlere olan katkısıyla etkisi altına alan Ömer Hayyam’ı anlatıyor. Hikâyenin içerisinden hikâyeye tanık oluyoruz. Bu durumu eski İran kültüründe kutsal sayılan nilüfer çiçeğine benzetirsek önce tomurcuğu sarmalayan yaprakların hikayesine daha sonrasında tomurcuğun yani asıl olanın hikayesine değineceğim.

 

Benjamin karakterinde Amin Maalouf’tan izler görüyorum. Benjamin'in bir yazma eser uğruna kıtalar aşarak geldiği yerde kendisini İran devriminin ortasında bulması ve bu olaylarla birinci dereceden ilgilenmesi daha sonrasında bütün bu olanları geride bırakmak isteyerek sevdiği kadın ile birlikte İran topraklarını terk etmesini, bir bakıma Maalouf'un gazetecilik yaparak gittiği doğu ülkelerinde savaş ve çatışmaları konu alarak çözüm yolları arayışına ve sonrasında Beyrut'ta çıkan iç savaş yüzünden bulunduğu yeri, karısı ve çocuklarıyla birlikte bir daha geri dönmemek üzere terk etmesine benzetiyorum. 

 

Peki Fransız kökenli Amerikalı Benjamin'in Ömer Hayyam’ın eseri için giriştiği bunca zahmet nedendir? Neden bir başka şair değil de ilgisini çeken kişi Ömer Hayyam’dır? Belki de onu bu yolculuğa iten şey eserin bilinmezliğidir. Ömer Hayyam'a ait olan rubailerle ait olmayanların birbirine karışması ve şairin asıl kişiliğinin gizemini koruması Benjamin’i bu konuyu araştırmaya itmiş olabilir. Fakat bir yerden sonra verdiği çabanın boş olduğunu, eserin belki de çoktan yok olduğunu düşünmeye başlayan Benjamin, tam kitaptan ümidini kesmişken Fransa'daki akrabası Henri Rochefort'un eseri bizzat gördüğünü ve dokunduğunu dile getirmesi üzerine içinde yeniden canlanan kıvılcımlar onu kitap hakkında daha da heyecanlandırır. Ortada varlığı bilinen bir kitap fakat nerede, kimlerin elinde olduğu bilinmeyen gizemli bir kitap…

İşte Benjamin'in hayatını büyük ölçüde etkileyen yolculuk Rochefort'un önerisiyle başlar. Rochefort, Benjamin’e İstanbul’da göz hapsinde tutulan Cemaleddin’i1 ziyaret etmesini önerir. Sözünü ettiğimiz kitap hakkında en net bilgiyi Cemaleddin’in vereceğini belirtir. Benjamin İstanbul'a gelir ve Cemaleddin ile görüşür. Bu görüşmede ilgimi çeken birkaç noktaya değinmek isterim. Meşrutiyeti savunan ve İran şahına karşı olan Cemaleddin, Sultan Abdülhamid tarafından sarayda misafir edilir. Fakat bu misafirlikten ziyade zorla altın kafeste tutulan bir kuşa benzetilebilir.  

Cemaleddin durumu şu şekilde izah eder Sultan'a "Ben sizin konuğunuz muyum? O zaman izin verin gideyim. Tutsağınız mıyım? O zaman ayağıma pranga vurup zindana atın beni"Sultan'ın bu tutumu hem hilafet gücünden kaynaklanıyor olabilir hem de İran'da yaşanabilecek olan değişikliğin kendi ülkesindekileri de uyandırabileceği düşüncesidir nitekim uyanmışlardır da. 

 

Sultan Abdülhamid ve taraftarları tarafından olaylara baktığımızda Cemaleddin vatan hainidir. Fakat aynı zamanda kitabı okuduğumuzda İran devrimcilerini etkileyen önemli bir şahsiyettir. Buradan da görüldüğü üzere tarihte yaşanılanlar nereden baktığımıza ve hangi gözlüklerle baktığımıza göre değişir. 

 

Cemaleddin yaşadığı içsel sıkıntıyı şu şekilde Benjamin'e açıklar: "Paris’te karanlık bir odada yaşadım, ama pencereleri uçsuz bucaksız bir dünyaya açılıyordu".3 Bu bana Ömer Hayyam'ın, Nizam’ın teklifi karşısında düşündüklerini anımsatır: “Teklif edilen, cehenneme zincirlenmiş bir cennetti".4

 

Ve Cemaleddin’in dudaklarından Ömer'de kendisini bulduğu şu cümleler dökülür: "Şu alacalı bulacalı yeryüzünde dolaşır ne zengin ne yoksul ne mümin ne kafir, yaltaklanmaz hiçbir hakikate, saygısı yok hiçbir kanuna…"Bu dizelerde Ömer Hayyam’ın dünya üzerindeki belirli yapay oluşumlara bağlı kalmadığını görürüz. Hayyam kendi değerlerine göre yaşamayı tercih eden bir bilim insanıdır. Fakat Cemaleddin her ne kadar kendisini Ömer'de bulsa da Ömer Hayyam'ın aksine idealist bir dava adamıdır. Olaylar üzerinden idealleri için mücadele etmekten geri durmaz.

 

Cemaleddin, Benjamin’e yazmanın ona sıkı sıkıya bağlı olan Mirza Rıza’nın elinde olduğunu söyler. Mirza Rıza, Cemaleddin'in İran'da gösterdiği pasif direnişi karşısında şaha karşı koruyan tek sadık dostudur ve tek amacı şahtan intikam almaktır. Bu takıntısı hastalık derecesine gelmiştir ki Cemaleddin’in Benjamin üzerinden gönderdiği mektup bu durumu tetikleyecek ve Mirza Rıza İran şahını öldürecektir. Benjamin’in İstanbul ziyaretindeki en önemli anlarından birisi de burada ilk defa hayatının aşkı, Ömer’in Cihan’ı, yani Şirin ile karşılaşmış olmalarıdır. Fakat bu karşılaşma kısa bir an için geçerli olsa da ileride yolları bir kez daha kesişecektir. Benjamin, Mirza Rıza’yı bulmak üzere İran'a gider daha sonrasında Mirza Rıza, Cemaleddin’in Benjamin üzerinden göndermiş olduğu mektubu okur. Şaha olan kini ve nefreti tekrar kabaracak olacak ki şahı bir akşamüstü ansızın öldürür. Mirza Rıza’nın öldürüleceğini bile bile kendi canını hiçe sayması Hasan Sabbah müritlerinin Hasan Sabbah’a olan bağlılığını aklıma getirir. Şahın öldürülmesinden sonra Mirza’nın tutuklanması sırasında üzerinde bulunan yazma eser Şirin’in eline geçer ve bunu Benjamin için uzun bir süre muhafaza eder.

 

İran'da kısa sürede yaygınlaşan şaha ve mollalara karşı oluşan öfke ve direniş daha da alevlenir. Ve bu kargaşa ortamı iç savaşa dönüşür. İran'a Benjamin'in önerisi ile gelen Amerikalı öğretmen Howard, Doğu’nun uyanışını heyecanla bekler ve destekler. Meşrutiyet yanlıları ile halkın yanında olur. Bu davayı en ön safhadan takip ve mücadele edip, İran halkı için kendi canını feda eder. Burada farklı bir millettin bağımsızlığı için hiçbir çıkar gütmeksizin İran devrimini desteklemesi, ideallerinin peşinden gitmesinin bir neticesidir. Çünkü ona göre ideal olan insanların özgürlük ve demokrasiyi benimsemesiydi. Hangi ırka, millete veya dine mensup olursa olsun… "Ne bilginler geldi, neler buldular! Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar… hangisi yarıp geçti bu karanlığı? Birer masal söyleyip uykuya daldılar".Peki Ömer Hayyam’ın dedikleri gerçeği ne kadar yansıtıyordu? Howard, Ghandi, Mandela ve daha niceleri belki de evet bir uykuya daldılar fakat anlattıkları masal bir başkalarını etkilemedi mi?  İran'da etkilemiş olacak ki Howard'ın ölümünden sonra İran'da bir şeyler değişmeye başladı. Belki de insanlar zamanla Howard'ın ölümünü unuttular fakat onun yabancısı olduğu bu memlekette özgürlük ve demokrasi meşalesinin ışığını her zaman göğüslerinde taşıdılar. 

 

İran’ın bu devrimleşme sürecinde Benjamin, Şirin'i ve yazması ile birlikte kendi memleketine dönmek ister. Belki de Hayyam’ın rubaiyatında rastladığı bu dizeler onu bu karara itmiştir.

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:

Kuklacı Felek Usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.7

 

hayatımızda uğruna savaş verdiğimiz şeylerin aslında biri tarafından tasarlanan bir kurgu olduğu düşüncesi ve bu gösteri bittiğinde bir hiçe dönüşmemiz ta ki o sandık tekrardan açılana dek.

 

Benjamin kendisiyle birlikte her şeyi bırakıp gelmesi için Şirin’i ikna etmiştir. Bunu Hayyam da aşkı için yapmıştır fakat Cihan, Şirin’e göre daha hırsları ve ihtirasları olan bir kadındır. Hayyam’ın teklifini her seferinde reddetmiş ve sonunda reddetme hakkını bile elinde bulunduramadan ölüme mahkum edilmiştir.

 

Belki de Şirin’i Benjamin'in peşinden sürükleyen şey, Benjamin’e olan aşkı değildi. Uzun zamandır kendisinde olan, her defasında onu büyüleyen ve her kelimesini ezbere bildiği yazmasıydı. Eserin, geminin batmasıyla okyanusun derinliklerinde kaybolması Şirin’in de ansızın yok olmasına neden olur. Hatta öyle bir yok oluş olur ki bu, Benjamin böyle bir aşkın varlığından şüphe duyar. Düşündüğümüzde Cihan’ın ihtirası tüm cihanın gücünü elinde bulundurmak iken, Şirin’inki ise yazmanın gücünü elinde bulundurmaktı. Nihayetinde ikisinin de kaderinde ihtirasları sonucunda yok olmak vardı.

 

Gelelim Benjamin'in bu serüvenine vesile olan çiçeğin tomurcuk kısmını anlatmaya…

ÖMER HAYYAM

 

Ömer Hayyam’ın Nişabur doğumlu olmasına ve olay örgüsünün büyük bir bölümünün İran ülkesinde geçmesine rağmen yazarın kitaba neden Semerkant ismini verdiği üzerinde biraz kafa yordum. Onca şehir varken neden Semerkant? Bu şehir için hem doğulu hem de batılı seyyahların dünya cennetlerinin en önde gelen şehri demeleri belki buna cevap olarak verilebilir fakat Hayyam ile olan ilgisi nerede başlar? Semerkant hem Helenistik kültürü ile Batı’yı hem de İslami’ kültür ile Doğu’yu tanıma fırsatı bulmuştur. Bu oluşmuş sentez Semerkant’ın ruhunu belirlemiştir. Bu ruh Ömer Hayyam'ın ruhunda da vardır bu sebepten olacak ki 24 yaşında Semerkant topraklarını merak ederek orayı ziyaret eder. Fakat öngöremediği bir şey vardı ki o da onun her yere ün salmış, Tanrı ile samimiyetinden doğan meşhur rubaileri idi:

 

Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle; 

Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle;

Bana kötü deyip kötülük edeceksen ,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.8

 

bu dizeleri, Semerkant'ın radikal islam kesimlerince hoş karşılanmayacağı açıkça ortadadır. Nitekim karşılanmadı ve bunun üzerine Hayyam şu dizelere sarılır:

 

Hiç, bildikleri hiçtir, bilmek istedikleri hiç,

Bak da gör şu cahilleri, kurulmuşlar tepesine dünyanın,

Onlardan değilsen şayet kâfir derler adama

Boşver onları Hayyam, sen bak kendi yoluna.9

 

Hayyam'ın rubailerinin bu kadar çok etkileyici olması dizelerinin sadece yaşadığı dönemi, belli bir olayı değil bütün devirleri kapsayarak evrenselliğe ulaşmasının sonucudur. 


Semerkant’ta yaşadığı bu sıkıntılı çevreden onu çekip kurtaran bölgenin kadısı Ebu Tahir olmuştur. İlim adamı olan Ebu Tahir, Hayyam’ın söylemek isteyip de söylememesi gereken düşüncelerini yazması için Hayyam’a kara kapaklı bir not defteri hediye eder. İşte bu kara kaplı defter ileride Benjamin’in tutkusunu oluşturacak olan yazmadır. Belki de kitap buradan alır ismini. Yazmanın doğduğu yerdir Semerkant ve Ömer ile Cihan’ın aşklarının doğduğu yerdir de aynı zamanda.

 

Ömer, Cihan’ın dul bir kadın olmasına rağmen diğer kadınların aksine pasif kalmayışına, yaşamak için mücadele edişine hayran kalır. Dönemine göre başkalarınca Cihan, cesur bir kadın oluşundan dolayı kötü kadın olarak nitelendirilmiş olabilir fakat Ömer'in asıl ilgisini çeken bu kadının cesaretidir. Ömer ile Cihan’ın belki de tek ortak noktaları birbirlerine karşı olan aşklarıydı. Bunun dışında birbirlerinden hem karakter hem de düşünce olarak çok farklıydılar. Cihan’ın Nasır Han’a sunduğu şiirinden sonra ağzını altın ile doldurması, bu işleyişe karşı Hayyam'ın, Nasır Han’a ithafen şu dizeleri okuması, Cihan ile Ömer'in maddiyata olan bakış açılarındaki farklılığı gösterir:

 

Yoksulluk muydu beni huzuruna getiren? 

Değildir yoksul azla yetinmeyi bilen. 

Hiçbir şey beklemem senden saygıdan başka.

Dürüst ve özgür bir kişiye saygı göstermeyi bilirsen.10

 

Bir başka ilgimi çeken ortak gibi görünen fakat aslında bir fark olan şey de ikisinin de çocuk sahibi olmak istemeyişleri. Fakat burada ikisinin de öne sürdüğü sebepler farklıdır. Cihan iktidar emellerine ulaşabilmede özgürce hareket edebilmek için çocuk istemiyordu. Ömer ise varoluşu taşınamayacak ağır bir yük olarak görüyordu ve bunu da bir başkasına yaşatmak istemiyordu. Ömer’in bu düşüncesini yüzyıllar sonra dünyaya gelecek olan mutsuzluğun felsefesini yaratmış Emil Cioran’a benzetiyorum. O da aynı sebepten dolayı hiç çocuk sahibi olmak istememiş ve olmamıştır da. Hayyam ve Cioran’ın bu düşüncesinin altında “ne mutlu dünyaya hiç gelmemiş olana” fikri yatar.

           

Hayyam yazdığı şiirleri büyük bir hevesle Cihan’a okutur ve gecelerden sabahlara kadar bu şiirler üzerine konuşurlar tıpkı daha sonrasında Şirin ve Benjamin’in de yapacağı gibi.


Tabii dönemin siyasetini de ele almamız gerekiyor. Hayyam her ne kadar bu durumdan uzak kalmaya çalışsa da Nizam ile Hassan Sabbah arasında kalır. Bu bitmek bilmeyen kavganın arasında sıkışan Ömer iki dostunun arasında daima arabuluculuk yapar. Bu iki ezeli düşman olan dostlarının onunla ne zaman tanıştıklarına bir bakalım. Alparslan'ın, kale komutanı tarafından öldürülmesinin ardından Nasır Han önderliğinde Ebu Tahir ve Hayyam’ın da bulunduğu bir grup Büyük Selçuklu’nun yeni varisi Melikşah'a taziye ziyaretine gitmişlerdir. İşte bu sırada Nizam Hayyam’ı Isfahan'a davet eder. Isfahan yolculuğu sırasında da Hasan Sabbah ile tanışır. Nizam ile Hasan’ın birçok yönden ortak noktaları vardır. İkisinde de kin ve intikam duygusu ağır basar. Bu duygular ile hareket ederler. Bir başka ortak noktaları ise ikisinin de yalnızlık çekiyor olması. Nizam, İranlı olmasına rağmen Türk devletinin bekası için mücadele etmiş ve en sonunda yalnız kalmış, dışlanmıştır. Ölümüne yakın, Hayyam ile sohbetlerinde bunu görüyoruz. İleride hain biri olarak anılıp, yanlış anlaşılmamak ve kendisinin güçlü bir vezir olduğunu gösterebilmek için Siyasetname’yi yazmaya başlar. Hasan’ın çektiği yalnızlığa gelecek olursak, korku etrafında oluşturduğu tarikatı ile müritleri çokmuş gibi görünse de aslında surlar ile örülmüş kafesinde Hayyam ile ettiği sohbetlerin birini bile gerçekleştirebileceği dostu yoktur. Müritlerinin her biri kalplerini ve akıllarını devre dışı bırakmışlardır. Çünkü bunun sonucunda onlara cennet vadedilmiştir. Hasan Sabah’ın kitleleri peşinden sürüklemesinin asıl nedenine indiğimde insanların öbür dünya ile ilgili korkularının körüklenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü tarih boyunca inançları, insanların manevi duygularını kullanan insanların, etrafa korku salmaları ve baskı ile bunu sürdürmelerine şahit oluruz. Hayyam’ı da Cihan, Nizam ve Sabbah’tan ayıran şey budur. Onun ütopyasında korku, baskı ve şiddet yoktur. “Ölümle ittifak yapan hiçbir dava haklı olamaz.”11 der Ömer Hayyam.

 

Hayyam’ın kendisi de Sabbah ile olan ilişkisinde ortak bir nokta bulmaya çalışır: “Bu adamla benim ortak noktam ne? ben hayata taparım o ölüme.” 12

 

Hayyam'ın yaşam felsefesi hakkındaki bilgileri sadece rubailerinden çıkarmıyoruz. Yazmanın 2. bölümünde Hayyam’ın; Semerkant’ta başlayan serüveninden, kitabın Sabbah tarafından çalınmasına kadar ki olan süreci, yaşamı hakkındaki bilgileri elde etmiş oluyoruz. Yazmanın 2. bölümünü Nizam’ın en sadık askerlerinden biri olan Ermeni Vartan tarafından yazıldığını biliyoruz. Kitapta Ermeni Vartan için Hayyam'ın müridi tabiri kullanılmış fakat bana göre Hayyam bu tabire karşı çıkardı. Çünkü Vartan onun için bir dosttu ve ona dost şeklinde hitap edilmesini isterdi.

 

Yazma’nın 3. bölümü ise şeyhin ölümünden sonra vakanivüstlerin Alamut Dönemi’nin tarihini kaleme aldıkları dönemdir. 

 

Hayyam'ın en değer verdiği şey olan yazması hakkında: “Hasan Sabbah, dünyaya meydan okuyabilmek için Alamut’u inşa etti. Ben bu minik kağıttan başka bir şey inşa edemedim fakat o Alamut’tan daha uzun yaşayacak” 13 sözleri bir bakıma doğruydu. Ömer'in eseri geçmiş, gelecek ve şimdinin çizgisinde yaşamaktaydı.



[1] Cemaleddin Afgani

[2] s. 192

[3] s. 191

[4] s. 84

[5] s. 194

[6] s. 224

[7] s. 243

[8] s. 13

[9] s. 19

[10] s. 40

[11] s. 122

[12] s. 157

[13] s. 159


Sayfayı Paylaş :