Fuat Sezgin'in Bir Ömürlük Rüyası İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi
Yazı: Süsem DOĞANAY
Osmanlı’nın
has bahçelerinden biri olan, şimdilerde de kuş cıvıltılarının eksik olmadığı
Gülhane Parkı, Müslüman bilim adamlarının, bilim tarihine katkılarını ortaya
koyan bir müzeye; İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne ev sahipliği
yapıyor. Ömrünü İslam bilimleri tarihine adayan Prof. Dr. Fuat Sezgin’in
öncülüğünde kurulan müzede 8-16. yüzyıllar arasında Müslüman bilginlerce icat
edilmiş çeşitli bilim ve teknoloji aletleri sergileniyor.
Sultanahmet’ten
Sirkeci’ye doğru tramvay yolunu takip ederek Gülhane Parkı’nın girişine
geliyoruz. Kapıdan adımımızı atar atmaz, bir başka boyuta geçiyoruz âdeta.
Şehrin karmaşası, trafiğin gürültüsü bıçak gibi kesiliyor birden. Tertemiz bir
hava ciğerlerimize hücum ediyor, oksijen soluduğumuzu hissediyoruz. Ağaçlarda
sonbahardan kalan son yapraklar birer birer dökülmüş, sarı renkleriyle yol
boyunca altın öbekleri gibi göreni cezbediyor.
Ağaç dalları arasında, şehirde görmeye pek de
alışık olmadığımız yeşil kanatlar dans ediyor, bilmediğimiz bir dilde şarkı
söyler gibi şakıyorlar. Biraz daha dikkatli bakınca bunların papağan
olduklarını anlıyoruz. Kırmızı gagalarıyla uyum içindeki yeşil renkleriyle göz
alıcı bu papağanların, yollarını şaşırıp kendilerini burada bulduklarını
düşünüyoruz. Kırmızı gagalı bu papağanlar, Romalılar döneminde çok popülermiş
ve statünün göstergesiymiş. Papağana sahip olma modası sadece Avrupalılar
arasında değil, Osmanlı’da da oldukça revaçtaymış. Saray eşrafının da, saraya
yakın kişilerin de muhakkak bir papağanı olurmuş o dönemde. Yıldız ve Gülhane
parklarında yoğun olarak yaşayan bu papağanlar için saray kuşları denildiğini
de öğreniyoruz.
Osmanlı’nın Gül Bahçesinde
Halife Memun’un Küresi
Çocukluğu
İstanbul’da geçmiş olanlar bilirler. Gülhane Parkı; içinde o zamanlar şehirdeki
tek hayvanat bahçesinin bulunduğu, şenliklerin düzenlendiği, zaman zaman ünlü
şarkıcılarının konser verdikleri bir mekândı. Sonraları giderek bakımsız hale
gelen bu park, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Topkapı Sarayı’nın dış
bahçesiymiş. O vakitler içinde bir koru ve gül bahçeleri olduğundan adı da
Gülhane Parkı olmuş. Fakat şimdilerde parkın o bakımsız halinden eser yok.
Şehrin bu yakasının en büyük ve en bakımlı yeşil alanlarından biri denilebilir
hatta.
Olanca
haşmetleriyle zamana meydan okuyan asırlık ağaçların üzerinde emaneten duran
son yaprakların hışırtıları eşliğinde ilerliyoruz parkta. Solda büyük bir
yerküre karşılıyor bizi. Daha levhasını görmeden “İslam Bilim ve Teknoloji
Müzesi”ne geldiğimizi anlıyoruz.
Müslüman
bilim adamlarının 8. ve 16. yüzyıllar arasında ilimin hizmetine sundukları
çeşitli alet ve cihazların örnekleri, kimyasal düzenekler ile rasathane,
hastane, üniversite gibi kurumsal eserlerin de minyatürize edildiği müzenin
kapısından içeri girmek için sabırsızlanıyoruz. Tarihin kokusu sinmiş âdeta
müzenin her yanına. Osmanlı döneminde Has Ahırlar Binası olarak kullanılan
binanın girişinde de, biraz evvel dışarıda gördüğümüz kürenin aynısı, ama biraz
küçüğü karşılıyor bizi.
Müze
ziyaretimizde bize eşlik eden İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Genel
Sekreteri M. Fatih Serenli’den, küreyle ilgili bilgi alıyoruz. Arap-İslam
coğrafyasının bilim tarihi açısından en anlamlı çalışmalarından birine
dayanarak yapılmış olan bu yerkürenin, Abbasi Halifesi Memun’un (m.
813-833) küresi olduğunu öğreniyoruz. Halife Memun’un emri üzerine,
küresel tasarım ile hazırlanan dünya haritasının, o zamanlar bilinen dünyanın
coğrafyasını şaşırtıcı doğrulukta gösterdiği bilgisini de veriyor Serenli.
Müzenin kurulmasına öncülük eden Prof. Dr. Fuat Sezgin, 9. yüzyılın ilk
yarısından günümüze ulaşan bu dünya haritasını esas alarak bu yerküreyi yeniden
yapılandırmış. Haritanın, enlem ve boylamları, projeksiyon esasına göre
gösteren ve bugüne ulaşan en eski harita olduğunu öğreniyoruz. Memun’un dünya
haritasında 3000 yerin ve coğrafi noktanın koordinatları, koordinat sistemine
göre adlandırılmış ve yeniden yapılandırılmış.
Gülhane’nin
Has Ahırlar Binası’nda 25 Mayıs 2008 tarihinde ziyarete açılan müzeyi gezerken,
söz yine ömrünü İslam bilimleri tarihine adayan Prof. Dr. Fuat Sezgin’e
geliyor. Halen Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nde
direktör olan Prof. Dr. Fuat Sezgin, İslam bilginlerinin, tarihin tozlu
sayfalarında kalan buluşlarını gün yüzüne çıkararak bilime büyük hizmette
bulunuyor.
Ziyarete
geldiğimiz, 8 ile 16’ıncı yüzyıllar arasındaki Müslüman bilginlerce icat
edilmiş çeşitli bilim ve teknoloji aletlerin sergilendiği müzenin bir benzeri
de Frankfurt Üniversitesi Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü’nde imiş.
Frankfurt’taki müze de Prof. Sezgin tarafından kurulmuş. Kendisiyle yapılan bir
söyleşide “Müslümanlar, ilimler tarihindeki muazzam yerlerini bilmedikleri için
veya yanlış bildikleri için Avrupalılar karşısında büyük bir aşağılık duygusu
içindeler” diyen Prof. Sezgin, İstanbul’daki ve Frankfurt’taki bu iki müze ile
Müslümanların, atalarının bilime ne denli büyük hizmetler verdiklerini
anlamalarını sağlamayı hedeflemiş olmalı.
Ortaçağ, İslam Dünyası için ‘Altın Çağ’dı
Müzeyi
ziyarete gelmeden önce, Müslüman bilim insanlarının, bilim tarihine katkıları
konusunda az da olsa bir fikir sahibi olmak istedik. Okuduğumuz kaynaklar,
Müslüman bilim adamlarının özellikle 8. ve 14. yüzyıllarda insanlığın bilgisine
çok fazla katkıda bulunmuş olduklarını ortaya koyuyor. Gelgelelim Müslüman bilim
adamlarının bilime sağladıkları katkı çoğu zaman görmezlikten gelinmiş veya
unutulmuş. Astronomi, tıp, cerrahi, mühendislik, mimarlık, coğrafya gibi pek
çok alanda bilime büyük katkı sağlayan Müslüman ilim adamları, bu katkılarından
dolayı hak ettikleri takdiri görmemiş.
Oysaki
modern bilimin temellerinin atılmasında Müslüman bilim adamları öncü olmuş.
Avrupa’daki pek çok bilim ve medeniyet tarihi kitabında “Karanlık Çağ” olarak
bahsedilen Ortaçağ’ı, İslam dünyası âdeta “Altın Çağ” olarak yaşamış. İlmi faaliyetlerin,
İslam medeniyetinde 8. yüzyılın başlarından itibaren hız kazandığını
görüyoruz.
Dini
yaşamın ve toplumsal yaşamın temel gereksinimlerini karşılama amacının yanı
sıra ilme büyük değer verilmesi, ilmi faaliyetlerin hız kazanmasına sebep olmuş.
Müslüman bilimcilerin her alanda ilerleme kaydetmesinin en önemli nedeni ise
kendilerinden önceki medeniyetlerin o güne kadar yaptıklarını iyi analiz
ederek, buradan hareketle orijinal çalışmalar ortaya koymaları. O
zamanlar “Darülhikme” denilen ilim merkezlerinde Müslümanların yanı sıra diğer
dinlere mensup bilim insanlarının birlikte çalıştıklarını, ilmi pek çok
yeniliğe ve gelişmeye imza attıklarını da belirtmek gerekiyor. Bu arada,
medreselerin ilim bakımından önemine de değinmek yerinde olur. İslam dünyasında
camiler, birkaç yüzyıl boyunca aynı zamanda dershane olarak hizmet vermiş.
Büyük bilginlerin, şimdiki üniversitelerde olduğu gibi camilerde kendilerine
mahsus kürsüleri varmış. Camiler gerekli kitaplara, çok zaman okuyucuya acık
kütüphanelere sahipmiş.
Devlete
ait ilk yüksek okulun 1065’te Bağdat’ta kurulduğunu yazıyor kaynaklar. Bir
başka medrese, Abbasi Halifesi el-Mustansırbillah tarafından Bağdat’ta, Dicle
kıyısında 1227’de kurulmuş. Bu büyük medrese dört fıkıh ekolünün öğretim
konularının yanı sıra tıbbın ve matematiksel bilimler öğretiminin de eşlik
ettiği en eski İslam üniversitesi sayılabilir. Halifenin zaman zaman
devlet konukları için resmi kabuller de düzenlediği bu yapı, 1945-1962 yılları
arasındaki restorasyonundan ardından İslam Kültür ve Sanatı Müzesi olarak
kullanılıyor.
Dünyanın En Büyük Koleksiyonu
İslam
Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde, Müslüman bilim adamlarının bilime
sağladıkları katkılar; “Astronomi, Coğrafya, Denizcilik, Saatler, Geometri,
Optik, Tıp, Kimya, Mimari, Fizik ve Teknik, Savaş Tekniği, Mineraller ve Fosil
Oluşumlar, Antik Objeler ile Orientleştirici Stilde Avrupa Camı ve Seramiği”
olmak üzere 14 ayrı bölümde anlatılmış.
Müzenin
bölümlerinden de anlaşılacağı üzere Müslüman bilim adamları, ‘Altın Çağ’da
hemen her ilim alanında çığır açıcı çalışmalar ortaya koymuşlar. Müzede
sergilenen eserler, enstrümanların modelleri, cihazlar, yazılı kaynaklarda
geçen orijinal bilgilerden ve mevcut resimlerden esinlenerek ve aslına sadık
kalınarak hazırlanmış. Müze bu haliyle, İslam bilim ve teknoloji tarihiyle
ilgili dünya genelinde en büyük koleksiyonu bünyesinde barındırıyor.
Âdeta
bir zaman makinesi vasıtayla tarihe yolculuk ediyormuş hissi içerisinde
müzeyi gezerken gördüğümüz her eser, edindiğimiz her bilgi, büyük bir hayranlık
uyandırıyor.
İslam
biliminde işlevsel her aracın, amacına uygun olmanın yanında estetik kaygı da
taşıdığını görüyoruz. Trigonometrik yöntemle yerin konumunu neredeyse hatasız
olarak saptayan usturlaplar, saatler buna güzel birer örnek. Usturlap demişken…
Müzede, mucidi olarak Câbir b. Sinân el-Harrani’nin kabul edildiği küresel
usturlabı da, dünyanın kendi ekseninde döndüğüne inanan İslam astronomlarından
birisi olan Ebû Sa‘id Ahmed b. Muhammed es-Siczî’nin, dünyanın döndüğü prensibine
dayanarak kayık biçiminde bir usturlabı da model olarak görmek mümkün.
Saatlerde Fonksiyonellik ile Estetik Bir Arada
13.
yüzyılda Fas’taki Karaviyyin Camii’nde bulunan saatin rekonstrüksiyonu, müzenin
“Saatler” bölümünde dikkat çeken eserlerden biri. Zamanı tam olarak, saniyesi
saniyesine gösteren bu saat, fonksiyonelliğinin yanı sıra estetik görünümüyle
de ilgi çekiyor. İlk bakışta küçük ahşap bir oda ve onun dışında yine ahşap bir
duvar şekli göze çarpıyor. Özenle verniklenmiş ahşap öğeler, boyanması da dahil
modern stilde Fas’ta yapılmış. Çapı 46 cm. olan saatin kadranı pirinç, zili ise
bronzdan. Boyu yaklaşık 2 buçuk metreyi bulan, eni de 4 buçuk metreye yakın
olan saatin içerisindeki kapların tamamı bakırdan yapılma.
Bilimsellik
ve estetiğin bir arada olduğu eserlerden biri de Diyarbakırlı bilim adamı
El-Cezeri’nin tasarlamış olduğu ‘Filli su saati’. Müzede çalışır halde
sergilenen bu saat, El- Cezeri’nin Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan yazma
eserlerinden alınarak yapılmış. El-Cezeri’nin “Filli su saati’, üzerinde
bulundurduğu unsurlarla pek çok medeniyeti temsil ediyor. Müzenin “Saatler”
kısmında dikkat çeken bir başka saat de, yine El-Cezeri’nin “Kupa Saati”.
El-Cezeri, “El-Câmi beyn el-İlm ve-l-Amel” adlı kitabında kendi buluşu olan bu
saati Sultan es-Salih Ebu el-Feth Mahmud bin Muhammed bin Karaarslan’ın isteği
üzerine icat ettiğini anlatıyor.
Saatlere
değinmişken, Ridvan es-Sa’ati’nin su saatine de değinmek yerinde olur. Sert
ağaç kakma, sedef tezyinatlı olan bu su saatinde estetik hemen göze çarpıyor.
Bilgi notunda Ridvan es-Sa’ati’nin su saatinin, eşit olmayan saatler veya
temporal saatler prensibine göre tasarlandığı belirtiliyor.
Mısır’da
bilimsel çalışmalarda bulunmuş olan meşhur astronom Ali b. Abdarrahman b. Ahmed
İbn Yunis’in (ö. 399/1009) icat edip, “Süreyya” olarak isimlendirdiği “Kupa
Saati” de müzede görülmeye değer eserlerden biri. Bu saatte, gecenin her bir
saati geçince bir lamba sönüyor. Birinci lamba 1 saatlik yanma süresi için gaz
yağı içeriyor, on ikinci lamba ise 12 saat için. Lambalar eş zamanlı yakılacak
olursa, söndüklerinde saatlerin sayısı okunuyor. İbn Yunis’e göre on
ikinci lamba yılın en uzun gecesi için 36 dirhem, en kısa gece için 24 dirhem
yağ içeriyor. Bu demek oluyor ki lambalar, vakitleri, yani eşit olmayan
saatleri gösteriyor.
Astroloji Bölümü Görülmeye Değer
Astroloji,
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin en çok ilgi gören bölümlerinden
biri. Gök küreler, rasathaneler, rasathane araçları, gündönümü halkası,
usturlaplar, daha neler neler… Bilgi dağarcığımız genişlerken, bir yandan da,
bu kadar çalışmayla İslam âleminin bilim dünyasında Batı’ya karşı başı önde
gezmesinin âlemi yokmuş diye geçiriyoruz aklımızdan.
Müzede
sergilenen eserlerin yanında yer alan bilgilendirme levhaları, bilgi
dağarcığımızı sürekli genişletiyor. Astronomi tarihinin tanıdığı ilk
rasathanelerin, Halife Memun’un adını taşıdığını öğreniyoruz mesela.
Astronomiye ve bu dalın ilerlemesine yönelik yoğun ilgisi Halife Memun’u, biri
Bağdat’ta, diğeri Şam’da iki tepeye birer gözlemevi kurmaya sevk etmiş. Memun,
büyük araçlar ve aralıksız gözlemler yoluyla, öncekilerin ölçümlerinden daha
kesin ölçümlere ulaşmayı hedeflemiş. Halife Memun, astronomi tarihine, gerçek
anlamda rasathane kuran ilk kişi olarak geçmiş. Dünyada ilk rasathanelerin,
Müslüman hükümdarlar tarafından kurulduğunu, zamanla dünyanın en büyük üç büyük
rasathanesi olan Meraga, Semerkand ve İstanbul’da son derece hassas gözlemler
yapılmış olduğunu da öğreniyoruz.
İstanbul’da
1575–1580 yılları arasında Osmanlı Sultanı III. Murat tarafından kurulan büyük
rasathaneyi kurma fikri, çok yönlü bir bilgin olan Takiyyüddin’den (Ö. 1585)
gelmiş. Takiyyüddin, çok büyük boyutlarda imal edilmiş yeni aletlerle, yeni bir
gözlem tarzı yardımıyla köklü bir şekilde tashih edilmiş sonuçlar elde etmeyi
hedeflemiş. Suriye ve Kahire’deki ikametinden sonra İstanbul’a göçen
Takiyyüddün, yazdığı bir kitapta rasathane ve aletleri hakkında bilgi veriyor.
Takiyyüddün, zaman ölçme aletini (yani saati), astronomik gözlem araçları arasına
sokan ilk astronom olarak da biliniyor.
Heysem’in ‘Karanlık Oda’sı,
Farisi’nin ‘Gözbebeği’ Bu Müzede
Gülhane
Parkı’ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde görülebilecek eserler, elbette
bu anlattıklarımızla sınırlı değil. Binanın her iki katında da görülmeye değer
birbirinden ilginç çalışmalar mevcut. Mesela “Optik” alanında, 14. yüzyılda
İslam kültürünün en önemli şahsiyetlerinden birisiyle karşılaşıyoruz. Bu kişi,
olağanüstü bir fizikçi ve matematikçi olarak da tanınan Kemaluddin
el-Farisi’den (1267–1318) başkası değil. İbn Heysem’in “Optik”ine yazdığı
şerhte gökkuşağı fenomeninin çığır acıcı bir açıklamasını buluyoruz.
Gökkuşağının optik olarak algılanmasının, güneş ışığının bir damlaya girme ve
çıkması esnasında iki kat kırılmasıyla ve bir veya iki katı yansımasıyla
gerçekleştiğini öğreniyoruz. El-Farisi, bu sonuca, cam ya da kaya kristalinden
mamul bir küre üzerinde gerçekleştirdiği bir dizi sistematik deney sonucunda
ulaşmış. Kemaluddin el-Farisi’nin optik alanında ulaştığı önemli
araştırma sonuçlarından biri de gözbebeğinin yapısına ilişkin öğretisi olmuş.
El-Farisi, kesilen bir koyundan aldığı göz üzerinde yapmış deneylerini. İlk
olarak, merceğin ön yüzeyinden gelen yansımayı tespit etmiş ve bu yansımayı
kendi teorisi çerçevesinde mükemmel bir şekilde temellendirmiş.
İnsanız,
unutmaya yazgılıyız. Anılarımızı zihnimizin bir köşesinde biriktirmek yetmiyor,
evimizde bir dolabın içinde albümler dolusu fotoğrafla ölümsüzleştiriyoruz bu
anıları. Müslüman bilim adamı İbn el-Heysem olmasaydı zihinlerimizde küçük
kırıntılar şeklinde kalacaktı belki de yaşamımızda her daim hatırlamak
istediğimiz anılarımız. İbn el-Heysem, karanlık odanın mucidi. Günümüz bilimler
tarihinde ‘Camera Obscura’nın asıl mucidi olarak görülüyor kendisi. İslam Bilim
ve Teknoloji Müzesi’nde Müslüman bilim adamlarının, coğrafya alanındaki
gelişmelere katkıları da var, buhar gücüyle çalışan aletlerin geliştirilmesiyle
ilgili çalışmaları da, tıp ve matematik bilimlerine katkıları da…
İki
katlı müze binasının her iki katında da birbirinden ilginç bilgi ve objelere
rastlamak mümkün. Meraklılarına, yazımızı okuduktan sonra, bu yazdıklarımızdan
da fazlasını görmek için, şehrin gürültüsünü ve karmaşasını arkalarında bırakıp
Gülhane Parkı’na gelmelerini, parkın içerisindeki İslam Bilim ve Teknoloji
Müzesi’ni ziyaret etmelerini öneriyoruz.
İSTANBUL İSLAM BİLİM ve TEKNOLOJİ MÜZESİ
M.Fatih
SERENLİ*, Detlev QUİNTERN Gülhane Parkı’nda 2008 İlkbaharında açılan İstanbul
İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, Osmanlı döneminde Topkapı Sarayının Has Ahırı
olarak kullanılan ve restore edilen binalarda faaliyet göstermektedir. Müzenin
eski iç duvarlarında bulunan padişahların atlarının bağlanması için işlev gören
halkalar ve dirsekler hala muhafaza edilmektedir. Bu eski binanın albenisi,
bugün en modern iletişim teknolojisiyle donatılmış müze ile kurduğu bağda,
geçmişle geleceğin birbirinde erimesini sağlıyor.
Yaklaşık
3500 metrekare alanda kurulan müzede İslam bilim ve teknolojisinin zirve
dönemini yaşadığı, miladi 8. ve 16. yüzyıllar arasında yapılmış olan astronomi,
tıp, mineraloji, fizik, kimya, optik, saatçilik, savaş teknolojisi, makineler
ve mimari eserler sergilenmektedir. Bunlarla bağlantılı olarak müzede, yeniden
tasarlanan cihazlar, aletler ve modellere bakıldığında bilim ve teknolojinin
İslam kültür sahasından Avrupa’ya nasıl aktarıldığı da görülmektedir.
Bilgiye
olan susamışlık ve aşk, kavrama kabiliyetinin birleşmesiyle doğa ve evrendeki
matematiksel nizama mümkün mertebe yaklaşma arzusu, M.S. 7. asırda genç İslam
bilim adamlarının yükselmesi için itici bir güç olmuştur. Sürekli daha çok
gelişen gözlem ve ölçüm metotlarıyla, uygun araç gereç, alet ve tartıları
geliştirmişlerdir. 9. yüzyılda başlayan bu mükemmeliyetçilik sadece yeni bir
bilimsel anlayışın ortaya çıkması için yapılan bir hareket değil, aynı zamanda
bilimi insanlığın yararına sunmak için yapılan bir çabaydı.
Avrupa
eksenli bilim tarihinde Rönesans, antik çağın yeniden canlandırılması olarak
görülür. Antik dönemle Rönesans arasında kalan 1000 yıllık Ortaçağ Avrupa
açısından “Karanlık Çağ” olarak kabul edilmiştir. Bilim tarihinin sürekliliği
içerisinde resmedilen İslam biliminin 8. ve 16. yüzyıllar arasında doğup
olgunlaştığı dile getirilmiştir. En iyi niyetle bakıldığında dahi, İslam
biliminin tarih içerisinde yalnızca aktarıcı bir rol üstlendiği, bu sekiz yüz
yıllık uzun dönemde sadece Antik Yunan eserlerinin Arapçaya çevrildiği ve
birçok alanda yapılan bilimsel çalışma ve gelişmelerin yok sayıldığı
görülmektedir.
Doğal
olarak İslam bilim adamları, felsefe ve tıp alanında Yunancadan ve diğer
dillerden yapılan (Süryanice, Sanskritçe gibi) çevirilerden beslenmişlerdir.
Bağdat’ta 9. yüzyılın başlarında Abbasi Halifesi Memun’un teşvikiyle yapılan
tercümeler ve bunlara paralel olarak o dönemde bu çevirilere karşı olan bilim
adamları ile birlikte 9. yüzyılın başlarında verilen özgün eserlerde, İslam
bilim adamları farklı alanlarda çığır açan bilgilerin ortaya çıkmasını
sağlamışlardır. Gözlem, ampirik düşünce ve deneysel bilim çalışmaları yöntem
olarak benimsenmiş; daha sonra da bunlar toplumun yararına kullanılmıştır.
Bilimin bütün sahalarında teoride ve pratikte çok sıkı bir ilişki kurulmuş,
deneysel bilgi uygulamaya geçirilmiştir. Bilim tarihçisi George Sarton’a göre
9. yüzyılda modern bilim İslam dünyasında Abbasi halifelerinin döneminde inşa
edilmiştir. İstanbul Bilim ve Teknoloji Müzesinde bu tarihsel bağlar
görüntülenmiştir. Avrupa’da ortaya çıkan ”Rönesans” ve “Geç Aydınlanma Dönemi”
fenomenleri İslam kökenleri olmadan düşünülemez.
Yılmadan
yaptığı uzun çalışmalar neticesinde öteden beri kabul edilen “Rönesans”ı
doğrudan Antik öğretilere bağlama yanlışlığının düzeltilmesini, bilim tarihi
anlayışının büyük ölçüde değişmesini ve Rönesans’a İslam biliminin yaptığı
etkilerin bilinmesini Prof. Dr. Fuat Sezgin’e borçlu olduğumuz bir gerçektir.
Gerçi 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında hümanist kökenli
oryantalistler tarafından buna benzer yararlı çalışmalar yapılmıştır. J.W.
Goethe, Sedillot, Julius Ruska gibi yazarlar bunlardandır. Özellikle İslam
Kimya tarihi üzerinde yoğunlaşan tarihçiler, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi
Müzesi'nin bir galerisinde onurlandırılmışlardır. Ama asıl İslam Biliminin
tanınması ve bilim tarihi içerisinde insanlığa yaptığı katkıların gittikçe daha
çok kabul görmesi büyük ölçüde Prof. Dr. Fuat Sezgin ve onun 1982 yılında
Almanya’nın Frankfurt şehrinde kurduğu Arap-İslam Bilim Tarihi Araştırmaları
Enstitüsü içerisindeki bilim tarihi ile ilgili birikim ile sağlanmış ve bilim
eserlerinin kütüphanede toplanmasıyla gerçekleştirilmiştir. Müzede, Prof. Dr.
Fuat Sezgin’in 15 ciltlik Arap Edebiyatı Tarihi / G.A.S. Geschichte der
Arabischen Schriftums ilgili çalışmasının yanı sıra 1300 takım İslam
araştırmacılarının yaptığı çeşitli alanlardaki çalışmalarının baskısı -ki
bunlardan tıp üzerinde yapılan çalışmalar sadece 100 takım eseri kapsadığı
bilinmektedir- bulunmaktadır. Beş cilt müze katalogunun bir ciltte toplanmış
özetinin Türkçesi de bulunmaktadır.
İstanbul’da
ilk defa -özellikle bu alan için kurulan müzede- sergilenen eserler,
enstrümanların modelleri, cihazlar ve aletlerin yeniden yapılması, yazılı
kaynaklarda geçen orijinal bilgilerden ve mevcut resimlerden esinlenerek ve
aslına sadık kalınarak hazırlanmıştır. Mevcut haliyle bu müze, İslam bilim ve
teknoloji tarihiyle ilgili dünya genelinde en büyük koleksiyonu bünyesinde
barındırmaktadır.
*İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Genel Sekreteri
**İslam Bilim Tarih Araştırmaları Vakfı Danışmanı
Tercüme: Ayşegül YILMAZ
KAYNAKÇA
Fuat Sezgin'in Bir Ömürlük Rüyası İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi. (2017, 21 Kasım). Erişim adresi http://ismek.ist/blog/icerik.aspx?p=1278