HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Furkan Başkan

''SOKRATES'İN SAVUNMASI'' KİTAP DEĞERLENDİRMESİ

  

İnsan en kaba ve basit tabiriyle pay alıcıdır. Akıp geçmekte olan binlerce yıldan kendi payına düşen kısa bir zaman dilimini alır. Dünya üzerindeki kilometrekarelerce mekandan, yaşamak için kendi payına düşeni alır. Allah’ın(c.c) sonsuz ilminden ancak kendi payına düşeni, sonsuz kelamından ancak bilebildiğini, küll'i iradesinden de cüz'i iradesini alır. Aldığı bütün payları birleştirince kendi şahsiyetini sentezler ve bu şahsiyeti bir gazete kağıdı misali bedenle sarılınca nihayet insan olarak mevcudiyet kazanır.

  

Ömrümüz boyunca aldığımız payları yani sermayemizi tüketir; akıldan, zamandan, mekandan ve sair diğer nimetlerden aldığımız pay tükenince geldiğimiz yere, anayurdumuz olan toprağa geri döneriz. Payımıza düşen zamana ve mekana sıkışıp kalmış alelade insanlar olarak bizden önceki nesillerin arasına karışır ve unutuluruz.

   

Şimdi bir kekin nasıl yapıldığını düşünelim. Tüm malzemeler bir kek kalıbına doldurup fırına atılır. Nadir durumlarda kek o kadar kabarır, o kadar kabarır ki kalıbını aşar, bir nevi ondan taşar. Bazı insanlar da şahsiyetleriyle o kadar büyür,  sıradan insanlardan farklılaşır ve herkes tarafından o kadar sevilirler ki kekin kalıptan taştığı gibi onlar da zaman ve mekandan taşarlar. Etnik, kültürel, sair aklımıza gelebilecek tüm sınırları aşarak insanlığın ortak bir mamülü olarak çağları aşarlar. Onlar artık tek bir ulusa ait değildir, bütün uluslarda hayat bulurlar. Zamandan taşarlar ve nefes almakta olan kişilerin hemen hepsinden daha diridirler. Bu tür şahsiyetlerden bir liste oluşturmaya çalışsak sanırım hemen herkesin listenin en üstüne yazacağı isimlerden biri de Antik Yunan filozofu, hiçbir şey bilmeyen bilge Sokrates olurdu. SOKRATESİN SAVUNMASI da Sokrates’in neden bu listenin tepesinde yer aldığını gösteren fevkalade önemli eserlerin belki de başını çekiyor. Bu güzide eser Sokrates’in şahsiyetini ve fikir dünyasını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bize çağlar sonra onu bir nebze olsun anlama imkanı sunuyor.

 

SOKRATESİN SAVUNMASI idealizmin babası sayılan, Sokrates’in öğrencisi Platon tarafından mutat olunduğu üzere diyalog şeklinde kaleme alınmış bir eserdir. Kitap temel olarak dört bölümden müteşekkil. Bunlar: Euthyphron, Sokratesin Savunması, Kriton ve Phaidon olarak sıralanıyor. Dört bölüm birbirini anlam ve olay bütünlüğü bakımından tamamlar nitelikte. Bu dört bölümün alt başlıklar halinde ayrı ayrı incelemesini yapmaya gayret edeceğim.

 

Euthyphron

   

Euthyphron bölümü kendisini bir kahin ve din konusunda bilge olarak niteleyen Euthyphron ile Sokrates arasındaki diyaloglardan oluşuyor. Bölüm kendisi hakkında dava açılan Sokrates’in Baselius’a giderken arkadaşı Euthyphron ile karşılaşması esnasındaki konuşmalarına ışık tutuyor.

 

Euthyphron ihmalkar davranışlarıyla bir kölenin ölümüne sebep olan yaşlı babasını dava ediyor ve bunu dine uygun olanın bu şekilde davranmak olduğunu düşündüğü için yaptığını söylüyor. Ardından Sokrates ile aralarında dine uygunluk, kutsallık, tanrıların özellikleri gibi birçok konuyu içinde barındıran bir diyaloglar silsilesi gelişiyor.

Şunu bütün bir kalbimle inanarak söylüyorum ki eğer Sokrates ile bir tartışmaya girerseniz asla kazanamazsınız. Çünkü insanların tartışma sırasında izledikleri strateji –bu belki de bir refleks veya mekanizmadır- kendi savını hakkıyla savunmak yerine yani kendi savının zayıf noktasını destekleyen müdellel yeni fikirler öne sürmek, tartıştığı kişinin söylediklerinin doğruluğu üzerinde durup düşüncesinin kadit yönlerini güçlendirmek ya da fikrinin eksikliğini kabul etmekten ziyade hemen diğer kişinin savının zayıf noktasına karşı atakta bulunmak üzerinedir. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse şöyle bir misal verebilirim: Bir hristiyanla darwinci bir ateistin tartıştığını varsayalım. Tartışma dinler ve inanışlar üzerine olsun. Tartışmanın içinde darwinist olan kişi hristiyana şöyle desin: Sizin teslis inancınıza şaşıyorum doğrusu. Hem kutsal ruh tanrı, hem İsa tanrı, hem de tanrı tanrıdır diyorsunuz. Daha sonra da çok tanrı yok tek tanrı var diyorsunuz.1+1+1 üç eder sevgili dostum. Sizin inanışınız hem matematiğe hem mantığa aykırı. Ayrıca tanrının hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını söylüyorsunuz, hem de İsa’nın tanrı olduğunu söylüyorsunuz ancak İncil‘de İsa’nın acıktığı ve yorulduğu yazıyor demek ki İsa da yemeğe ve enerjiye muhtaçtı. Nasıl olur da bir tanrı yemeğe muhtaç olabilir. Bana bu durumu açıklayabilir misin? Bunun karşılığında hristiyanın cevabı muhtemelen –hele cahil biriyse- şöyle olacaktır: Bizim inançlarımıza laf ettiğiniz halde sizinkiler de pek inandırıcı durmuyor. Canlıların cansızlardan tesadüfen meydana geldiğini söylüyorsunuz. Lakin biz bugün en gelişmiş teknolojilerle dahi buna yaklaşamadık bile. Üstelik bulunan fosillerde hiç de bahsettiğiniz gibi ara formlara rastlanmadı. Yapılan araştırmalara göre yalnız orta boylu bir proteinin cansızlardan sentezi katrilyonda birin katrilyonda birinden daha az vs. vs. Görüldüğü gibi tartışma böylece uzayıp gidecektir.

  

Bollywood yıldızı Aamir Khan’ın en sevdiğim filmlerinden biri olan PK’den de önceki paragrafı tamamlar nitelikte bir örnek vermek istiyorum. Filmde PK(Aamir Khan) dünyada mahsur kalan bir uzaylıyı canlandırıyordu. Dünya hakkında hiçbir şey bilmeyen PK her şeyi bir çocuk edasıyla sorguluyor, peş peşe gelen sorularıyla karşısındakinin savındaki, düşüncesindeki veya inanışındaki gülünç yanları ortaya çıkarıyordu. En önemlisi de hiç kaybetmiyordu. Sokrates ile PK’in hiç kaybetmemesinin altında aynı sebep yatıyor. Hiç kaybetmiyorlar çünkü ikisinin de kaybedecek bir şeyleri yok.PK dünya hakkında hiçbir şey bilmiyor dolayısıyla zaten çürüyecek bir savı da yok. Karşısındakine kendi savına saldırma şansı vermiyor ve hep galip geliyor. Sokrates de hiçbir şey bilmediğini kabul ediyor. Bu şekilde de yenilmez oluyor.

 

Euthyphron kısmının ana konusunun dine uygunluk olduğu söylenebilir. Diyalogda birçok farklı konu olmasına rağmen konuşmanın odak noktası dine uygunluk konusu. Sokrates’in dine uygunluk nedir sorusuna Euthyphron tanrıların hoşuna giden şeyler dine uygundur cevabını veriyor. Sokrates de her zaman olduğu gibi cılız temeller üzerinde ayakta zor duran bu savı İlyada destanından yararlanarak ustaca deviriyor. İlyada destanında bazı tanrılar Achilles’in Hector’u öldürmesine karşı gelirken diğerleri ise onu destekliyordu. Euthyphron’un söylediğine göre Achilles’in Hector’u öldürmesi bazı tanrıları hoşnut diğerlerini de rahatsız ettiği için ya hem dine uygun hem de dinen uygunsuz ya da ne dine uygun ne de dine uygunsuz oluyor. Her iki olasılıkta da Euthyphron’un düşüncesi geçerliliğini yitiriyor. Bu numunede olduğu gibi Sokrates Euthyphron’un tüm fikirlerini çürütünce Euthyphron bölümün sonunda çareyi kaçmakta buluyor.

  

Euthyphron burada kendisini bilge sanan ve birçok konuda katışıksız cahil olmasına rağmen her konuda ahkam kesen, bilmişlik taslayan Atina halkının tipik bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Sokrates sorduğu ustaca sorularla onu gülünç duruma düşürürken bile kibrinden bir şey kaybetmiyor ve son soruya kadar tuzağa düştüğünü fark etmiyor. Diyalogda Euthyphron üzerinden dönemin genelgeçer inanışlarına bir eleştiri yapılıyor. Kendini halkın bilgelerinden sayan Euthyphron’un bile temel dini kavramları açıklamaktaki yetersizliği gözler önüne serilerek cahil halkın Sokrates’i dinsizlikle yargılayarak ölüme mahkum etmesindeki haklılığını -yani haksızlığını- okuyucuya sorgulatıyor.

  

Bu bölüm hakkındaki değerlendirmemin sonuna gelmeden evvel birkaç noktaya daha değinmek istiyorum. Normalde inanışları darmadağın edilen bir kişinin hemen lafı değiştirmeye çalışacağını veya ortamı terk edeceğini düşünebiliriz ancak Sokrates’in diyaloglarında böyle bir durumla son raddeye kadar karşılaşılmadığını görüyoruz. Bunun sebebi konuşmalar sırasında Sokrates’in cahil Atinalılar’ın kibrini okşaması olduğu kanaatindeyim. Diyalog içinde Sokrates çok sık şekilde Euthyphron’a ‘bilgeliğinden yararlanmama izin ver’ ,‘bilge Euthyphron’, ‘keşke tüm Atina halkı seni dinlese Euthyphron’ gibi cümleler sarf ediyor. Yani Euthyphron aslında kurak ve güneşli bir feyfanın tam ortasında olmasına rağmen Sokrates onun istediği serabı görmesini sağlıyor. O da gördüğü halisülasyonun etkisiyle çölden kaçmayı son ana kadar aklına bile getirmiyor. Ona tam da arzu ettiği gibi davranıldığı için gitmeye asla meyletmiyor. Öyle ki Euthyphron kaçmadan önce bile Sokrates ona:

-Ne yapıyorsun, dostum! Buradan ayrılarak dine uygun ve dine aykırı şeyleri öğrenme umudumu boşa çıkarıyorsun. Euthyphron sayesinde ilahi konularda bilge olduğumu göstererek Meletos’un -Sokrates’i suçlayan kişi, davacı- suçlamalarından yakamı kurtaracak,artık bu konularda cahilce ileri geri konuşmayacak ve kalan hayatımı daha düzgün yaşayacaktım şeklinde sesleniyor. Sokrates’in dehasına ve akıl oyunlarına böylece bir kez daha tanık oluyoruz.

 

Euthyphron bölümüne son noktayı koymadan önce diyalogda Sokrates’in söylediği ve beni çok etkileyen bir paragrafı da aktarmak istiyorum:

-‘Bana kalırsa Atinalılar bir insanın bilge olup olmadığını önemsemez, yeter ki o insan bilgeliğini başkasına aktarmasın. Ama bir insanın birilerini bilge yapma yetisine sahip olduğunu düşünürlerse, kıskançlıktan ya da herhangi başka bir nedenden ötürü büyük bir öfkeye kapılırlar.’ Sokrates bu paragrafta ölüm nedenini bizzat kendisi müthiş bir açıklıkta ve şahane bir yalınlıkla izah etmiştir.

 

Sokrates'in savunması

 

Ara sıra kendi kendime sorarım: İyi hatip kimdir? Doğruyu savunan mı yoksa doğru savunan mı? Yani savunma şekli ve dilinin kıvraklığı yetersiz olsa dahi her zaman yegane doğruyu savunan mı iyidir yoksa yanlış olanı savunsa dahi bunu en iyi şekilde savunabilen mi yeğdir? Hatiplikte doğruluk erdemi mi daha önemlidir, ikna kabiliyeti mi? Sokrates’in Savunması’nda görüyoruz ki şartlanmış insanlara hitap ederseniz doğruyu doğru biçimde dahi savunsanız hiçbir ehemmiyet teşkil etmiyor. Niteliğin nicelikten üstün olduğunun en büyük kanıtlarından birisi de Sokrates’in mahkemesinde yaşananlardır. Nasıl ki Kopernik’in gezegenlerle ilgili keşiflerinde herkesin ona karşı çıkması Kopernik’in haklılığından bir şey eksiltmedi ise, Sokrates’in mahkemesinde jürinin çoğunluğunun onu suçlu bulması da onun haklılığını zedelememiştir.

Atina’da daha önce Anaksagoras, Pratogoars ve Diagaras gibi filozoflar da yaklaşık aynı dönemde yargılanmış ve sürgüne mahkum edilmişlerdi. Benzer mahkemelerde filozofların sık sık ağır cezalara çarptırılmaları dönem zihniyetinin tutucu olduğunun önemli delillerinden biri. Belli ki bu dönem Atinalıları çoğunlukla gösterildiği gibi yeni fikirlerin oluşmasına ve belirtilmesine pek de sıcak bakmıyorlardı. Ayrıca bu mahkemelerde sadece erkekler jurilik yapabiliyordu. Kadın ve kölelerinse söz hakkı bulunmuyordu. Atina mahkemelerinin bir başka özelliği ise davacının davasının haklılığını kanıtlayamaması halinde ağır para cezalarına çarptırılmasıydı. Buradan iki mana çıkarılabilir. İlk olarak fakirler kolay kolay dava açmaya cesaret edemez gibi görünüyor. İkincisi ise filozoflara dava açanlar bu ağır cezaları göze alacak kadar filozofların suçlu bulunacaklarından emin olmalılar.

  

Sokrates’in Savunması bölümü Sokrates’in mahkeme günü yaşananları ve mahkeme ortamını anlatıyor. Sokrates’in suçlayıcıları temelde üç kişiydiler: Resmi suçlamaları sunan ve bu suçlamaların haksız bulunması halinde cezalandırılacak Meletos tanınmamış ve pek ışıldamayan genç bir şairdi. Lykon ise bir hatipti ve Sokrates’i hatipler adına suçladığını belirtiyordu. Eupolis ise davacılar arasında en silik olanıydı. Sokrates’i dinsizlik ve gençleri yoldan çıkarmakla suçluyorlardı. Kitaptan anlaşıldığı kadarıyla davacılar önceden konuşma hazırlamışlar ve jürinin aklını çelmek için süslü cümleler kullanmışlar. O günün mahkemelerinde davacı ve davalılar  önceden hatipler tarafından hazırlanmış konuşmaları yapıyorlardı. Ancak alışılagelmişin dışında Sokrates bu hazır konuşmalardan birini kullanarak savunma yapmak yerine en iyi yaptığı şeyi yani sokratik metodu uyguladı. Davacılarını zeka dolu sorularla gülünç hale getirmesine rağmen suçlu bulundu.-Yazının çok uzamamaması için buradaki diyalogların detayına girmekten kaçınıyorum.-Atina mahkemelerinde suçlu bulunan kişi kendine sürgün veya para cezası gibi bir ceza verilmesini teklif ederdi. Ancak Sokrates sonunda ölüm cezasına çarptırılacağını bilmesine rağmen kendisi için bir kötülük isteyemeyeceğini söyleyip ceza olarak karnının doyurulmasını teklif etti. Tabi ki bu teklif karşısında kendileri ile alay edildiğini düşünen jüri onu ölüm cezasına çarptırdı.

 

Kriton

  

Bu bölümde Sokrates’in yakın arkadaşı Kriton’un infaz gününden bir önceki gün onu zindandan kaçırmayı teklif etmesi anlatılır. Kriton zengin ve nüfuzlu bir adamdır. Sokrates’i başka bir şehre kaçırıp orada geçimini sağlamayı teklif eder ve Sokrates’ten bir cevap ister.

  

Bölümün başı oldukça ilginç. Ertesi gün infazı gerçekleşecek olan Sokrates’in zindanına gelen Kriton onu uyurken bulur. Uzun bir süre de başında bekler. Sokrates uyanınca yarın infaz edileceğini bilmesine rağmen nasıl bu kadar rahat uyuduğunu sorar. Ölüm sıradan bir olay değildir. Hz. Yusuf zindanda mahkumlardan birinin rüyasının tabirini üç gün içinde ölüm olarak tabir ettiğinde o mahkum üç gün boyunca bir şok ve sayıklama hali geçirmiştir. Ancak Sokrates Kriton’a ölümden korkmadığını, bedeninden kurtulup dünyevi işlerden arınınca daha mutlu olacağını anlatır. Bu yüzden gelmek istemediğini, eğer verilen cezadan kaçarsa yaşlı bir adam olarak gülünç duruma düşeceğini söyler. Kriton da kendi için olmasa bile arkadaşları ve ailesi için kendisiyle gelmesini ister. Ancak Sokrates Kriton’a bir tartışma teklif eder ve kendisini ikna etmesi halinde zindandan kaçacağını söyler. Lakin Sokrates’i bir tartışmada asla yenemezsiniz. Sokrates her zamanki gibi tartışmayı kazanır ve Kriton sevgili dostunu ölüme terk ederek zindandan eli boş ayrılır.

  

Sokrates’in buradaki tutumundan etkilenmemek elde değil. Galileo gibi birçok entelektüel insan dahi, mahkemelerde korkusundan dolayı bazı yanlışları doğru kabul etmişlerdir. Sokrates’in ise en büyük cezaya çarptırılmasına rağmen geri adım atmaması onun inanmışlığının ve bilgeliğinin en görkemli nişanelerinden biri olarak tarihe kazınmıştır.

 

Phaidon

  

Phaidon kısmında Sokrates’in infaz gününde Phaidon ve Kriton’un da aralarında bulunduğu birkaç dostuyla son sohbeti şiirsel bir diyalogla anlatılır. Sokrates’in neden ölümden korkmadığıyla başlayan sohbet ilginç bir şekilde ruhun ölümsüzlüğü, reenkarnasyon, ideler gibi konulara evriliyor. Saatler sonra ölecek olan birisinin arkadaşlarına reenkarnasyonu kanıtlamaya çalışması çok ilginç gibi dursa da konu Sokrates olunca bu gözümüze anormal bir durum gibi görünmüyor.

  

Bölüm boyunca Sokrates özellikle Simmias ve Kebes’in aklına takılan tüm soruları cevaplandırır ve son tartışmasında da yine galip gelir. Tartışma hakkında yazılabilecek çok şey olsa da yazıyı çok fazla uzatmamak adına en önemli gördüğüm iki noktayı paylaşmak istiyorum. İlki Sokrates öğrenmenin anımsamak olduğuna, insanların tüm idelerin bilgisine sahip olduğuna ancak doğum anında ruh bedene girerken bu bilgilerin unutulduğuna inanıyor. Yani tabula rosa olarak bildiğimiz düşüncenin tam zıddını savunuyor. O kadar eski zamandan bu kadar modern bir konudaki düşüncelerini ustalıkla savunması gerçekten takdire şayan bir hadise. İkinci nokta ise Sokrates ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlarken sık sık idelere başvuruyor. Bu da Platon’un idealizmi kurarken Sokrates’ten etkilendiğini düşünmenin yersiz olmadığı anlamına geliyor.

  

Bölümün sonunda sohbet bittikten sonra cellat Sokrates’in zehirini getiriyor. Kitapta yazdığına göre arkadaşları etrafta ağlarken kendisi zehri içmekte bir an olsun tereddüt etmemiş. Bu da Sokrates’in gerçekten rol yapmadığının en büyük kanıtı. Ünlü ABD’li seri katil Charles Manson mahkemesinde şöyle söyler: İnsanlar yani siz her an rol yapıyorsunuz. Gülerken, veya birisi için üzüldüğünüzde yüzünüzdeki ifade sahte. Kendinizden başka kimseyi düşünmezsiniz. Ama bir insanı öldürmek için bıçağınızı çıkardığınızda artık rol yapamazlar. Gözlerindeki ifade saf gerçekliktir. İşte bu yüzden ölüm diğer her şeyden farklı olarak gerçektir. Gerçek davrandığınız tek an ölmeden önceki korku anınız. Yine ilk modern seri katil sayılan ABD’li Ted Bundy de mahkemede: İnsanların gözlerine ve korkmuş yüzlerine bakıyorsunuz. Onların yaşamına veya ölümüne karar veriyorsunuz .Bu durumdaki insan tanrıdır der. Sayısız kişiyi öldürmüş bu adamların dediğine bakılırsa ölmeden önce rol yapmak imkansızdır ve Sokrates gerçekten de ölümden korkmuyordu.

  

Bana kalırsa Sokrates artık ne ölüme karşı çıkacak gücü ne de insanlara gerçeği anlatabilecek enerjiyi kendinde  bulamıyordu. Sahip olduğu tek şey ölüm ruhunu bedeninden sökerken gösterebileceği mağrur metanet ve bilgelikti.

  

Sokrates’in son sözleri şöyle olmuştu: Asklepios’a bir horoz borçluyuz Kriton. Parasını ödeyin, sakın ihmal etmeyin. Bu son sözleri belki de onun her fırsatta içinde var olduğunu söylediği damiaonun varlığının en kuvvetli delillerinden biri olarak gösterilebilir.

  

Son olarak akıllara belki şu soru gelebilir: Peki ama madem Sokrates ölümden korkmuyordu hatta ölümün iyi bir şey olduğuna inanıyordu, o halde neden daha önce intihar etmedi de ölümün onu bulmasını bekledi. Bu soruya belki şu cevap verilebilir: Sokrates konuşmalarında tanrıdan genelde efendi gibi bahsediyor, tanrıyı efendisi gibi görüyor. Şimdi bir efendinin bir köleyi istemediği kötü bir yere kapattığını ve kendisi söyleyene kadar buradan çıkmamasını tembihlediğini farz edelim. Eğer bu köle sahibini dinlemeyip oradan firar ederse mi iyi bir köle olur yoksa sahibini bekleyip onun sözünü dinlerse ve sahibi gelip prangalarını kendisi açana kadar sabrederse mi? Su götürmez bir gerçek ki ikinci opsiyon daha mantıklı duruyor. Sokrates de belki iyi bir köle olup sahibine sadık kalmak için intihar etmemiş, onu prangası olan bedeninden kurtarması için sahibini beklemiş olabilir.

 

Son söz

   

"Zulüm, kısmak istediği sesleri nara yapar ve bazı ölüler yaşayanlardan daha yüksek sesle konuşur" der Malcolm X. Sanırım bu söz Sokrates için biçilmiş bir kaftan. Sokrates öldükten sonra fikirleri öğrencileri sayesinde varlığını korudu ve çağımıza kadar ulaştı. Susturulmak istenen Sokrates’in sesi çığlık çığlık sonraki nesillere kadar geldi. Onu yutmadığı ve ondan haberdar olmamıza olanak sağladığı için tarihe de ne kadar teşekkür etsek azdır kanımca…

 

Sayfayı Paylaş :