HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Hüseyin Khan Deniz Almasov

PLATON’UN AŞKI 

İDEAL AŞK 

Kırk yıl daha yaşayacaktı. Kim? 

Kim yaşayacaktı kırk yıl? Bahse değer bulacağımız kitabın son cümlesi bu. Kim olduğu gizemini bir kitap boyu sürdürecek bir cümle. Belki sona elli sayfa kala anlayacaksınız kim olduğunu, belki bu fikriniz elli kere değişecek son ana kadar. Ama keyifli bir okumanın  sonunda mahmur yorgunlukla öğreneceksiniz kim olduğunu! Belki de artık kim olduğuyla ilgilenmiyor bile olabilirsiniz. Onun yerini farklı sorular almış olabilir. Ama bu gizemi sürdürebilirseniz, kitabı her zaman farklı bir göz ile birden fazla kişi olarak okuyabilirsiniz. Bu da size birden fazla bakış açısı kazandırır. Sırf bu nedenledir ki, çoğu insan gibi ilk önce ki arka kapağındaki özetine değil,son sayfasındaki en son cümleye bakarım okuduğum kitapların. Filmlerden kalan bir alışkanlık sanırım. Son sahneyi daha jenerik başlamadan, seyirciye izletip gerekli gizemi yükler yönetmenler. Kitapta bunu sağlayabilmek nispeten daha kolaydır. Çünkü kitaplar çoğu kez filmlerden daha duygusaldır, dolayısıyla kitapla daha sıkı bağlar kurabilirsiniz. Ama zor olan şey  sonuna kadar sabredebilmektir. Okur, yazar ve kitap tatlı bir savaş içerisinde olur bu süreçte. Son sahne ise kazananı belirleyecektir. 

Litera yayınevinden, 2016 basım tarihli bu felsefe kokulu romanın yazarı Rafet Elçi. Şair, yazar ve editör olan Rafet Elçi; Yolcu, Ahrar, Var Olan, Ruhlar Pipo İçmez, Kanayan Kafesler gibi eserlerin de sahibidir. Yazarın kendisi, “Bazı adamlar için "İnsanlık ona çok şey borçlu." deriz. Platon öyle bir adam ki "insanlık" kelimesini bile ona borçluyuz. Ondan önce "insan" ve "insanlar" diyorduk ama o "insanlık" diye bir kavramdan bahsetti. Evet, bazı insanlara çok şey borçluyuzdur; bunu biliriz ama bu borcu ödemeye çalışmak gibi bir gayrete hiç girmeyiz ya da bu borcun ödenmesi gerektiğini hiç düşünmeyiz. Benim 15 yaşımdan beri hayatımın ışığı olan ve hüzünlü zamanlarımda diyaloglarına sığındığım bu adama bir borcum vardı. Bir romancı olarak bu borcu bu şekilde ödedim; onun felsefesini bir roman haline getirerek... Bu romanı okuyanlar artık Platon'un dev felsefesinin arkasındaki devi daha yakından görüyorlar. Benim için bu Platon'un kendisi gibi büyük bir teselli.”diyor bu kitap için.

İdeaların çocuklarına…

Öncelikle şunları belirtmekte fayda görüyorum. Ben, ne felsefeye yakından hâkimim ne Platon’a ne de mitolojiye. Hatta Rafet Elçi’nin kalemiyle bile ilk kez tanıştım. Benim gibi tüm bu değerlerden yoksun olan biri bile kitaptan bu kadar zevk alarak; anlamaya çalışarak, derinlikler bularak okudu ve istediğini bulduysa; eminim ki az çok felsefeye ve Yunan mitolojisine hâkim olan biri kitaptan çok daha fazla keyif alacaktır. Bu kitap bana felsefeyi mi sevdirdi, Platon’u mu, mitolojiyi mi hiç bilmiyorum. Belki Platon’un hocası gibi uzunca düşündükten sonra “Bilmiyorum” diyemiyorum fakat gerçekten bilmiyorum. Çünkü bazı cümleler beni yüksek sesle güldürürken, bazıları da düşündürdü. Ve belki de en önemlisi beni pek çok kez şaşırttılar. Sanırım bunun sebebi, yazarın edebi diliydi. Zira yazara göre, eğer yağmur yağacaksa romanda, öncelikle yağmurun bilgisine sahip olmak lazımdır. Yetmez ise diğer tüm şartlara da vakıf olmak gereklidir. Havanın sıcaklığı, bulutların hareketi, güneşin hareketi şeklinde daha da uzar gider bu mevzu. Bir yağmuru yağdırmak için bu kadar ince düşünen bir zihinden de en az o kadar ince kelimelerin süzülmesini olağan karşılamak gerekir. Biraz geç kaldığımı hissettirdi bu durum bana. Hem kendi düşüncelerini hem de beslendiği insanların görüşünü görebilmem için. Ama çok da geç değil. Önemli olan “Beraber hatırlamak” değil mi?

Kitap temelde dört ana bölümden oluşmakta. Bu bölümler olayların akışının şekillenmesine bağlı olarak yine belirli bölümlere ayrılmakta. Kitabın ilk 60-70 sayfası çok fazla bilinmeyen kelimeler içermekte .Bunun nedeni sanırım yazarın bizde merak duygusu uyandırmaya çalışarak devamında araştırma yapmaya yöneltmesi içindi. Ama bu durum biraz romanın akışını bozduğunu sekteye uğratıyor kanımca. Daha sonra yazarın, Eski Yunan tragedya dilini kullanmaya çalıştım. Homeros'un, Sophokles’in Euripides'in havasının yayılmasını istedim romana.” dediğini öğrenince taşlar biraz daha yerine oturdu. Kitabın kaynakçasından bile ne kadar bilgiye, donanıma sahip olmak gerektiğini anlayabilirsiniz. Buradaki püf nokta ağır diyebileceğimiz bir düşünce birikimini ve bu düşüncelerin oluştuğu beyinleri, okuyucuyu sıkmadan hoş bir eda ile okuyucuya aktarabilmekte yatıyor. Kitabın en sevdiğim bölümü üçüncü bölümdü. Özellikle de diyaloglar. Harmonia’nın sorduğu sorularla yaptığı felsefe ve Platon’un o yüce şahsiyeti karşısında nefeslerin kesilmemesi elde değil. 

Temelde ve sade bir “gören göz ile bakıldığında Platon’un anlattıklarını tasavvufla i bağdaştırdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Platon sırrı çözmüş, artık her şeyin farkına vararak gerçek arayış içerine girmişti. Dünyevi aşkları bırakıp “Gerçek aşk”a yönelen Platon, kendisine en az onun kadar aşık olan bir Harmonia’yı göremezden gelecek kadar büyüktü. Kendisine ideaları gösterildiğinden miydi yoksa buna olan inancından mı bilinmez.  Aradığı gerçek aşk mıydı peki? “Aşkın kendisine âşık olmak” ancak Platona yakışırdı zaten. Lakin Harmonia’ya nasıl hak vermeyiz. Platon aşkı deneyimleyebilmek için Sokrates’e sahipken Harmonia ne yapabilirdi. Zira Platon;

“Bedel ödemeden âşık olamazsın.” dediğinde “Âşık olmak için bedel ödemem gerekiyorsa ve o bedel sensen, ben aşkı değil seni istiyorum.” diyecek kadar haklıydı benim gözümde. Fakat Platon ve onun mühim ideaları ile kurmak istediği “İdeal Devlet” bu iki muhteşem şahsın arasındaki en büyük engel olmuştu. Lafı açılmışken Platon’un “İdeal Devlet” anlayışının her ne kadar bana acımasızca gelse de günümüzde şahit olduğumuz ve daha da olacak gibi gözüken olaylar karşısındaki önemini tekrar tekrar idrak etmek çok acı oldu doğrusu. Belki de bu tarihten beri süregelen bir gelenek olduğu için Platon’dan günümüze pek bir şey değişmemiş ve değişmeyecektir.  Platon gerçekten aşka mı âşıktı? Aşığa âşık olunursa ne olurdu? İdeallerinin peşinden gitmek de bir aşk değil mi? Maşuk ile âşık arasındaki o bağ olmadıktan sonra aşkın varlığından bahsedilebilir miydi? 

Platon’un ideallerinin peşinden gitmesinin ardından 20 yıl geçtikten sonra dönmüş ve bu dünyada karşılık vermek isteyip de veremediği Harmonia’nın karşısına geçmişti. Harmonia Platon’dan öteki dünyada beraber olmaları için söz ister, Platon ise “Beni isteyip istemediğine sen karar vermelisin, çünkü âşık olan, Tanrı’ya sevilenden daha yakındır” demişti. Ona kavuşacak olmak ise Harmonia için her şeyden öteydi. En başta belirttiğim son cümleye bir de kitabı bitirdikten sonra bakalım;

“Harmonia bir ömre yetecek bir gece geçirdi. Onu birkaç gün sonra Atina’ya uğurlarken mutlu bir şekilde tebessüm ediyordu. Platon’un gemisi ufukta küçülürken Arkhytas’a şunları söyledi. “Baba! Umarım çok uzun zaman yaşamam.”

Kırk yıl daha yaşayacaktı.”                    

                                                  

Sayfayı Paylaş :