HESABIM
GİRİŞ YAP

Hoşgeldiniz! Hesabınıza buradan giriş yapabilirsiniz.



Yardım
ya da
YENİ HESAP OLUŞTUR

Bilgilerinizi girerek yeni bir hesap edinebilirsiniz.



Sevgili öğrencimiz Mehmet Akif Uzer'in Herbert Spencer'ın "Devlete Karşı İnsan" adlı eseri üzerine kaleme almış olduğu yaz makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

TARTIŞMALAR

 

Herbert Spencer önemli bir liberal görüş adamı ve aynı zamanda Evrim Teorisi hakkındaki fikirleriyle de döneminde Darwin’in en önemli rakibi olmuştur. Olaylara sadece tek bir açıdan bakmayan ve alanlar arası bütüncül bir şekilde konuları elen alan Spencer, “Devlete Karşı İnsan” isimli kitabında modernleşen liberal düzenin neredeyse yeni bir sosyalist düzene ve hatta köleliğe dönüştürüldüğünü söyler. Bu yazıda Spencer’ın düşüncelerinden: “Her tür sosyalist düşünce köleliğe yol açar, her toplum kendi sistemine benzer bir yapı üretmeye çalışır ve devlet özel sektörün yok olmasına sebep olur” düşüncelerini tartışacağım.

 

Her Sosyalist Düşünce Köleliğe Yol Açar

 

Spencer köleliğin sınırlarını çizerken boyun eğmenin sadece bireye karşı olmasının köleliğin sınırları olduğuna karşı çıkıyor. Spencer’a göre insan herhangi bir üst kuruma karşı boyun eğiyorsa da köledir. Toplum, birey ya da devlete boyun eğmesi bir insanı köle yapar. “Bir başkasının isteğini tatmin etmek için baskı altında çalışan birini köleden farklı kılan temel nedir?” (Spencer, 2016).

           

Sosyalist düzen her ne kadar teoride insanın “yabancılaşmasını” engellemek için ortaya çıkmış olsa da doğası gereği otorite ve dikte gerektirir. Doğal olarak oluşmuş bir düzenin içinde yeni bir komün düzen ancak şiddetle kurulabilir ve korunabilir. Korku insanı bağlayan en büyük prangadır. Diktatörlüğün el kitabında var olan şiddet ve baskı rejimi sosyalist düzenin ayrılmaz yapı taşlarındandır. Dikta kendi karşısında herhangi bir düşüncenin ve hatta kendinden başka herhangi bir gücün var olmasını kabul edemez. Yabancılaşmayı engellemek için yaratılmış bu teorinin pratiği, insanın var olmasını sağlayan insani hakları bile içinde barındırmaz. Komünist düzen sempatizanlığının günümüze kadar getirdiği ve etkilerini hala sürdüren bu yalakalık yüzünden gerçekleri görülemeyen bu karanlık yapılar, şu ana kadar var olmuş bütün dikta rejim türlerinin en kötüleridir. Hitler ve Mussolini dahi sosyalizm perdesi arkasına sığınmış ve temel insani hakları yok etmenin bir nevi kılıfını buna uydurmuşlardır. Tarihin en büyük diktatörlerine bakıldığında Kaddafi, İdi Amin, Hitler, Mussolini, Stalin, Lenin… Hepsi sosyalist rejimin arkasına sığınıp daha eşit bir dünya yaratma fikriyle toplumu köleleştirmişlerdir. Sosyalist düzenin devlete (dolayısıyla diktaya) sağladığı kontrolsüz güç, devletin kendisi haline getiren (l’Etat c’est moi), “mal sahibi” bireyin kölenin üstünde sahip olduğu güçten de üstündür.

 

Her Toplum Kendi Sistemine Benzer Bir Yapı Üretmeye Çalışır

 

Toplum var olan bütün ayrımlar içerisinde en soyut kavramlardan biri olsa dahi, kendini bir toplumun ferdi hisseden çoğu birey kendi toplumunun iyi olduğunu düşünür. Spencer, bir politikacının çıkış noktası olarak, ne tür bir sosyal yapı üretmeye eğilim gösteriyorumu ele alması gerektiğini söyler. Toplum yaratılan bir kavram olduğu ve yaratı da bizlerin elinden geçtiği için egomuz her zaman en iyinin biz olduğunu düşünmeye iter. Bir nevi “Sui Generis” olduğumuzu varsayarız. Aryan Irk teorileri ve herhangi diğer üstün ırk düşüncelerinin arkasında da bu benzersizlik düşüncesi yatmaktadır. Öjenikler de kendi toplumlarının en iyisi olduğu üzerinden teorilerini üretmiş ve insan ırkının ıslaha ihtiyaç duyduğunu düşünmüşlerdir.

 

İnsan egosunun böylesine etkin olduğu bir cemaat algısı, elbette kendisinden başka herhangi bir doğru düzen olduğunu kabul etmeyecek ya da kabul etse dahi kendisinin en iyisi olduğuna ikna etmeye çalışacaktır. Tarihteki birçok katliam ve savaş kendi düzenin en iyi düzen olduğunu göstermek ya da diğer düzenin en kötü olduğunu düşünmekten dolayı yaşanmamış mıdır?

 

Devlet Özel Sektörün Yok Olmasına Yol Açar

 

Diğer tartıştığımız iki konudan farklı olarak ilk defa Spencer’la aynı şekilde düşünmüyorum. Devlet elbette tekel olmamalı ve özel sektörün birçok alanda faaliyet yürütmesi için yeterli alanı sağlamalıdır. Ancak devletin özel sektörün eline bırakamayacağı bazı yatırımlar olduğu da bir gerçektir. 19. Yüzyıl İngiltere’sinde günümüzdeki kadar gelişmeyen birçok kalem şu an vazgeçilmez bir şekilde devletlerin kontrolünde olmalıdır. Savunma sanayi ve ticaret noktalarının yönetimi (Limanlar, gümrükler) hiçbir şekilde özel sektörün elinde olmaması gereken sektörlerdir.

 

Spencer’ın bakış açısından çıkacak olursak da devlet girdiği her sektörde bulundurduğu eşsiz güçle tekelleşmeye gidebilecek kudrettedir. Düzgün ve adaletli bir şekilde denetlenen ekonomik düzende, devletin sahibi olduğu özel sektör şirketleriyle piyasada rekabet etmesinin hiçbir zararı yoktur. Bu düzenin sağlanması ve adil şekilde korunması da yine devlete bağlı olduğu için tehlikeli gözüken bu durum eğer uygulanabilirse devlete sağlayacağı ekonomik kazançla devletin gelir kalemlerini vergi ve ihalelerden üretime aktarabilir. Buna benzer devlet temelli birçok şirketi Fransa’da (Orange) ya da Malezya’da (Petronas) ya da Birleşik Krallık’ta (BBC) görebiliyoruz. Devlet elinde bulundurduğu gücü özel şirketler üzerinde kullanırsa var olan piyasanın düzenini bozacağı için zaten sağlıklı bir ekonomi oluşması beklenemez. Ancak Spencer’ın da dediği gibi devletin özel sektör içinde var olması özel sektörün yok olmasına sebep olmaz.

 

KAYNAKÇA

Spencer, H. (2016). Devlete Karşı İnsan. İstanbul: Litera Yayıncılık.

 


Sayfayı Paylaş :